The Brutalist: Betonlar ve Bağımlılıklar
The Brutalist, adından da anlaşılacağı gibi, tıpkı Brütalizmin hissettirdiği o sert, soğuk ama aynı zamanda derin hisleri aktarmaya çalışıyor. Brady Corbet’in yönetmen koltuğunda oturduğu film, mimariyi yalnızca bir arka plan unsuru olarak kullanmıyor; onu karakterlerin ruh halini yansıtan bir anlatı öğesine dönüştürüyor. Ancak, bu atmosferik derinliğin altı her zaman dolu mu, işte bu tartışılır. Biz bunu tartışacağımız noktaya gelene kadar film, görsel anlamdaki heybetiyle Oscar ödüllerinde en iyi erkek oyuncu ödülünü bir kez daha Adrien Brody’e getirdi bile.
Filmin merkezinde, 20. yüzyıl ortasında Avrupa’dan Amerika’ya göç eden bir mimar var. Macaristan gibi 2. dünya savaşından nasibini en çok alan ülkelerden birinde yaşayan bu adamın başından geçenlerin haddi hesabı yok. Mimarinin sınırları zorlayan, sert çizgileriyle modernizmin karanlık yüzünü temsil ettiği bu hikayede, karakterimizin mesleğiyle hayalleri, idealleri ve varoluşu arasındaki savaşını izliyoruz. Sinematografi, soğuk ve keskin görüntüleriyle bu çatışmayı destekliyor. Corbet’in önceki filmlerinde de gördüğümüz titiz kadrajlar ve simetrik kompozisyonlar burada da kendini gösteriyor. Takıntılı ruh hali ve özgün yönetmenlik her an ben buradayım diye bağırıyor.
Oyunculuklara gelince, Adrien Brody gerçekten etkileyici ama böyle bir rolle ikinci kez Oscar alınca bu temadan ekmeğini kazanıyormuş gibi görünüyor… Filmin genel atmosferiyle uyumlu olarak, hislerini dışa vurmayan ama içten içe kaynayan bir karakter portresi izliyoruz. Ancak bu noktada film, bazılarının “Oscar’a oynuyor” şeklinde eleştirdiği bir noktaya kayıyor. Duygusal yoğunluk var ama yer yer formüle edilmiş gibi duruyor. Büyük ve dramatik anlar, seyircinin gözünden kaçmayacak şekilde sunuluyor, ancak bu sahnelerin arkasında gerçekten bir derinlik var mı, yoksa sadece “büyük an” yaratma çabası mı, emin olamıyorsunuz.
Filmin en güçlü yanlarından biri, mimariyle anlatıyı birleştirme biçimi. Karakterin mesleği sadece bir detay olarak kalmıyor; onun psikolojisini ve iç dünyasını şekillendiriyor. Ancak karısıyla olan ilişkisinde hissettirmesi gereken çok derinlikli bir yapı olmalıydı mesela, zira film 215 dakika… The Brutalist, güçlü bir atmosfer kursa da, anlatısını anlaşılır kılmak için ekstra bir mesai harcamıyor. Karakterlerin iç çatışmaları, seyircinin tam anlamıyla içine çekileceği derinlikte mi, yoksa sadece belli şablonlar üzerinden mi ilerliyor, bu noktada film de seyircide bölünüyor.
Sanatsal olarak bir çok açıdan doğru tuşlara bastığını itiraf etmek gerekir. Görsel tasarımı, oyunculukları ve atmosferiyle güçlü bir fillm. Mimarlık, göçmenlik ve sanat arasındaki uyumsuz gerilimi başarıyla ele alıyor ama bazen bu unsurların bir kısmı yalnızca yüzeyde geziniyor izleyiciyle beraber. Corbet’in sinemasına aşina olanlar için kaçırılmayacak bir film, ancak duygusal olarak tam anlamıyla içine çeken bir hikâye bekleyenler için biraz mesafeli kalabilir. Bir film açayım beni içine şak diye çeksin diyenlere önermem kısaca.
Sonuç olarak, The Brutalist yalnızca bir mimari üslubun ötesine geçerek, insan doğasının yıkıcılığı ve yeniden inşa edilebilirliği üzerine düşündüren bir film olmayı başarıyor mu, evet başarıyor. Fakat bunu yaparken kimi zaman izleyicisini zorlayan, mesafeli ve soğuk bir anlatım benimsiyor. Filmin görsel dili ve yapısal sağlamlığı, öyküsündeki boşlukları ve karakter gelişimindeki eksiklikleri bir nebze gizleyebilse de, anlatımındaki tekdüzelik, özellikle duygusal bağ kurmayı zorlaştırıyor. Yine de, cesur sinematografisi ve yönetmenin kendine has üslubu, The Brutalist‘i modern sinemada ayrıksı bir yere yerleştiriyor. Bu, herkesin kolayca içine giremeyeceği ama sabırla izleyenlerin ödüllendirileceği bir film. Tıpkı Adrien Brody gibi…
Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: Brutalist
İlginizi çekebilir: Eralp Alper’den A Complete Unknown
İlk yorumu siz yazın!