The End We Start From: İklim Krizine, Hayatta Kalmaya ve İçgüdülerimize Dair
2024 yapımı The End We Start From, hem Jodie Comer’ın başı çekiyor olduğu güçlü oyuncu kadrosuyla hem de tadınızı kaçıracak cinsten olan hem realistik hem distopik denebilecek temasıyla dikkat çeken bir film olarak sinema dünyasında yerini aldı. Yönetmen Mahalia Belo’nun yönettiği yapım, Megan Hunter’ın aynı adlı kitabından uyarlanarak sinemaya aktarılmış. Jodie Comer’ın haricinde, Benedict Cumberbatch ve Mark Strong gibi tanınmış isimler de mevcut. Filmin senaryosunu Alice Birch kaleme alırken, The End We Start From’da insanın hayatta kalma içgüdüsüne dair modern metodlarla bazı söylemler üretiliyor. Belki çok epikleşmiyor oluşundan belki de yeni bir şey söyleme çabasına girmemesindendir bilinmez, filmin hakkında pek de konuşulmadı. Ben kendi küçük dünyasını ve umutsuz atmosferini başarılı bir şekilde kurduğunu ve izleyicisine hiç de fena olmayan bir yol hikayesi vadettiğini düşünüyorum. İlgilisinin izlememesi için hiçbir sebep yok.
Hikayemiz, Londra’yı sular altında bırakan felaketle birlikte bir annenin yeni doğmuş bebeğiyle yaşadığı zorlu mücadelesini ele alıyor. Toplum düzenin paldır küldür çöküşü karşısında bireylerin kendi sınırlarını keşfetmeye başlamaları ve insanların en temel içgüdülerine dönüş yapmak zorunda olmaları, film boyunca işlenen ana elementleri oluşturuyor. Comer, genç bir anneyi canlandırırken duygusal açıdan oldukça derinlemesine ve etkileyici bir performans sunuyor. Klişe kıyamet senaryosu filmlerindeki en sık kullanılan notalara basmadan, son derece özgün bir ana karakterin sırtına filmi yükleyebilmek, bence yönetmenin de işini oldukça rahatlatıyor. Film, dramatik anlatısında karakterlerinin dönüşümünü sakince ele alıp aceleye kaçmazken, umut ve korku arasındaki dengeyi de ustalıkla işliyor. Yer yer izleyicinin dikkatini toplayamamasına sebep olacak birkaç ‘olmasa da olur’ sekans barındırsa da, genel olarak her şey hikayeye hizmet eder cinsten.
Filmin öne çıkan en önemli yönlerinden biri, anlatım dilindeki sadelik ve karakterlerin hiçbirinin kartonlaşmaması. Aynı temayı klasik bir Hollywood filminde izlediğimizde daha ilk dakikalarda göz devirmeye başlayabiliyoruz zira. İzleyiciye kaotik bir dünyada bir sığınma hissi yaratma çabası, sinematografi ve minimalist sahne tasarımı ile destekleniyor. Mahalia Belo, su baskınları ve kaos sahnelerini bütçesi elverdiğince detaylı bir prodüksiyonla sunarken, Alice Birch’ün diyalogları izleyiciyi karakterlerin iç dünyasına kolaylıkla çekiyor. Diyaloglardaki doğallık filmin senaryosunun ritmine çok büyük katkıda bulunamasa da, en azından her sekansı kendi içinde değerli ve tutarlı kılıyor. Bununla birlikte, filmin renk paleti ve görsel dili, yarattığı atmosferi sıkı şekilde destekliyor.
Benedict Cumberbatch ve Mark Strong’un yan karakter rolleri, hikayeyi katmanlandırmasa da çok yönlü kılmaya çalışarak Comer’ın performansını destekliyor. Yine de film, kimi zaman durağan anlarda teklese de insanoğlunun felaketler karşısında direnç gösterme gücüne dair güçlü bir mesaj bırakıyor. Ha diyeceksiniz ki iklim krizi bu noktaya gelene kadar bu canına yandığımın insanoğlu neredeydi, ki gayet haklısınız. O sırada insanoğlunun yarattığı düzen bize kağıt pipet kullandırırken zenginleri daha zengin etme çabasıyla yeryüzü kaynaklarını çiğ çiğ yemekle meşguldü. Neyse, filmin benim açımdan eleştirilebilecek bir kısmı finale doğru değişen üslubu, ben realist tonundan keyif aldığım için sona doğru masalsılaşmaya başlaması beni çok da sarmadı açıkçası. Özetle, The End We Start From, distopik hikayelere ilgi duyan ve karakter odaklı anlatılardan hoşlanan izleyiciler için tatmin edici bir iş. Belo’nun yönetmenlik vizyonu ve Comer’ın kusursuz performansı ile film, umutsuzluk içinde nelerin mümkün olabileceğini anlatıyor.
Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı Kaynağı: The Guardian
İlginizi çekebilir: Eralp Alper’den Crossing
İlk yorumu siz yazın!