Ezra Miller’ın canlandırdığı Flash’ın yılan hikâyesine dönen solo filmine sonunda kavuştuk. Barry Allen’in geçmişe gidip annesinin hayatını kurtarmaya çalışmasıyla uzay-zaman devamlılığını bozmasını konu alan The Flash, DC evrenini sıfırlayan Flashpoint çizgi romanından esinlenerek çoklu evren hikâyelerine bir yenisini ekliyor. Bu filmde Miller’a Superman yerine kuzeni Kara Zor-El rolünde Sasha Calle ve Batman kostümünü uzun süredir giymemiş Michael Keaton eşlik ediyor.

the-flash
The Flash | Fotoğraf: IGN

İki hafta önce vizyona giren Spider-Man: Across the Multiverse‘ün coşkusu henüz dinmemişken, yeni bir çoklu evren filmi vizyona girdi: The Flash. Daha doğrusu 16 Haziran’da vizyona girecek ancak bu tarihten iki gün öncesinde (sanırım vizyona girişi bile hızlı oldu şakası yapmak için) düzenlenen özel gösterimleri yakalayabilen sinemaseverler kendisini erkenden izleme şansı yakaladı.

Ben de bu sinemaseverlerden biri olduğum için sürprizleri bozmayacağım, önce spoilersız olarak filmi tanıtmak istiyorum. Spoiler vermesek de The Flash amacını öncesinde biraz belli eden bir film. Çünkü “Marvel yapıyor da bizim başımız kel mi” diye girmiyor çoklu evren mevzusuna, gerçekten DC Sinematik Evreni’ni (DC Extended Universe) baştan yazmak istiyorlar ve yumuşak bir geçiş arayışındalar.

The Flash sonrasında yavaş yavaş James Gunn ve Peter Safran‘ın direksiyonda olduğu DC Universe’e ilerleyecek olan film serisi, bu yumuşak geçiş için DC çizgi roman evrenini sıfırlayan Flashpoint hikâyesinden yararlanıyor. Flashpoint’in bu uyarlamasında Barry Allen, ışık hızından yüksek bir hıza ulaşarak zamanda yolculuk edebildiğini fark ediyor ve annesinin hayatını kurtarmak için geçmişe gidiyor.

the-flash-2
The Flash | Fotoğraf: IMDB

Yeni Bir Zaman, Yeni Bir Ekip

Oyuncu kadrosundan tahmin edebileceğiniz üzere çoklu evrendeki farklı bir zaman çizgisine gidiyor Barry. Burada tanıdığı Justice League ekibi yok. Onun yerine bir adet daha Barry Allen, “eskiler bilir” diyebileceğimiz bir Batman ve seyircilerin de yeni tanışacağı Kara Zor-El var. Düşmanımız tanıdık sadece: Krypton’lu General Zod.

Yalnız, 10 sene önce çekilen ve DC’nin sinematik evrenini başlatan Man of Steel ne güçlü filmmiş. Oradaki General Zod’un DNA’sından Doomsday oluşturuldu, yok Mother Box’lar kullanıldı da Stephenwolf dirildi Justice League filminin kötüsü oldu, şimdi de Zod The Flash’ta tekrar karşımıza çıktı. Film paslanmaz çeliktenmiş cidden.

Gerek konusunu okuduğumuzda, gerek herhangi bir fragmanını izlediğimizde geneli hakkında çok fazla bilgi edindiğimiz film, hal böyle olunca uzun süresine yenilmeye başlıyor. Ezra Miller’ın bir değil iki Barry Allen’ı canlandırması bile bu yenilgiyi engelleyemiyor. Hakkındaki suçlamalar ve tartışmalar sebebiyle Warner Bros’un filmin tanıtım sürecinde geri planda tuttuğu Ezra Miller, kabul etmek gerekir ki The Flash’ı harika canlandırıyor. Çizgi roman okurken hayal ettiğimiz karakteri beyazperdede izliyoruz.

Peki fanboy‘luk bu uzun süreyle mücadele etmemizi sağlar mı? Benim için sağladı ki ilk günden gittim, ama sinema eğlencesinin ateş pahası olduğu düşünüldüğünde parayı Across the Spider-Verse’e harcamak kesinlikle daha mantıklı olacaktır. Malum, son dönemde bazı filmler mantık da dinlemiyor. Çocukluğunuz Spider-Man 2′yi korsan CD’den defalarca izleyerek geçtiyse, o No Way Home filmine illa ki bilet alıyorsunuz. Ama Michael Keaton‘ın nostaljik hissi bunu bile sağlayamıyor. Onunla büyüyen neslin bu filmdeki boşlukları ve ucuz şakaları kaldırabileceğini sanmıyorum.

Editör Notu: Yazının bu bölümünden sonrası spoiler içermektedir.

the-flash-michael-keaton
Michael Keaton | Fotoğraf: CNN

Michael Keaton gerçekten mi kurtarmıyor diyenlerle, filmin kurtarmak için yaptığı bazı şeyler üzerine konuşmak isterim ama fazlasıyla SPOILER içeriyor. Sinemaya gitmeden filmdeki cameo’ları öğrenmek istemeyen sevgili okur, bu ikinci uyarıdır, bakın sonrası cidden spoiler

Ben Bir Arkadaşa Bakıp Çıkıcam

Filmi sinemada izlediğim için mutlu olduğum 3 sahne var, izleyenler tahmin edecektir ki üçü de kısa süreliğine filme dahil olan karakterleri, yani cameo’ları içeriyor. İlki kadro listesinde yer almayan Gal Gadot. James Gunn’ın evreninde yer alması muhtemel gözükmeyen Gadot’u ne yalan söyleyeyim bu filmde beklemiyordum, ters ayakta yakalandım. Kendisi de çok yorulmadan dahil olmuş zaten, Captain Marvel’ın Infinity War’a dahiliyetini eleştirenlere “gelin bir de bana bakın” diyor adeta. Doğruluk Kemeri sekansını beğendim yalnız, bir an Joss Whedon gibi Batman’e komikli replik yazıldı sandım, kemermiş meğerse.

İkinci sahne, tabii ki de “Worlds Collide” sahnesi. Multiverse’ü neden sevdiğimizi gösteren sahne. Farklı evrenler birbirine çarpıp yok olurken -CGI da olsa- Christopher Reeves’in Superman’ini de gördük, Adam West’in Batman’ini de. En güzeli tabii ki Nicholas Cage‘di, sonunda Superman olabildi Cage reis. Bu evrenlerin çarpışması hadisesini Marvel’da “incursion” ismiyle Doctor Strange: Madness of Multiverse filminde de görmüştük bu arada. Ancak özellikle çizgi roman tarafında Jonathan Hickman‘ın The Avengers (vol. 5) ve New Avengers (vol. 3) serileriyle kıyaslayınca şimdilik iki filmde de çok yetersiz işlenmiş durumda.

Bu sahnede eksik olan şey ise The CW dizilerinin oluşturduğu Arrowverse evreniydi. İnternette Teddy Sears’ın Zoom karakterini gördüğümüz söyleniyor, ben fark etmemiştim ama yine de yeterli değil. Kimse multiverse nedir bilmezken Arrowverse bu topa girmişti, crossover eventler çekmişti. Hatta Crisis on Infinite Earths event’inde Ezra Miller bile yer alıyordu. Film evreninin Flash‘ı diziye cameo yapmışken, iade-i ziyareti hak ediyordu. Şu dizi evrenlerinin küçümsenmesi olayına sinir oluyorum gerçekten.

Gelelim üçüncü cameo’ya: George Clooney. Müthiş ya, müthiş. İleriki filmlerde yer almayacak olsa bile müthiş. Batman için No Way Home gibi bir şey oldu bu film, fanboy’luğumu besledi gayet.

the-flash-4
The Flash | Fotoğraf: IMDB

Ye Kostümüm Ye

No Way Home’u çok andım bu yazıda ama The Flash’ın fan service’i o filmden ziyade Multiverse of Madness’a yakın. Orada da cameo’larla beslenmiştik ancak No Way Home’un doyuruculuğuna asla yaklaşamıyordu.

Fan service doyurucu olmadığında, filmde karnı doyan tek karakter Flash oluyor. Yani hele ki Michael Keaton’ın Batman’i ile büyüyen nesil, senaryo açıklarına ve motivasyonsuz karakterlere oldukça toklar. Sonuçta, “abi geçmişteki Barry, gelecekten gelene neden BU KADAR yardım ediyor” diye düşünebileceğimiz en az 1 saat sunuyor bize film. Keza aynısı başta berduş gibi dolaşan Batman için de geçerli.

Tüm hikâyenin domates konservesine bağlanmasından rahatsızlık duymadığımı da söylemek isterim. Çünkü bu, Flash’ın cıvıklığına yakışan bir şey. Bu kadar ufak bir şeyle zaman akışının değişiyor olması da beni hâlâ etkiliyor açıkçası. Etkilenmediğim şey ise The Flash’ın Speed Force’u. Beyin yakma potansiyeli yüksek bu paradoks çok üstünkörü işlenmiş, onun yerine Zod’la meydan muharebesi yapılması tercih edilmiş.

Bu da aslında DC gibi epik hikâyeleriyle bilinen bir firma için üzücü. The Flash, Batman’in dahil olduğu aksiyon sahneleri veya Flash’ların cringe-komik sekanslarında akarken, Superman’in kuzeninin dahil olduğu epik noktalarda aksıyor. DC’nin sinema evreninde sıkıntı yaşadığı bir noktaya geliyoruz aslında böylece. Marvel, insani karakterleri ile seyirciyle bağ kurarak ilerledi, ancak Tanrısal kahramanlara sahip DC arada kaldı. Kötü planlamalar, tutarsızlıklar derken The Flash’ın ilk solo filminde evrenin yeniden başlatılması ile karşılaşıyoruz işte. Şimdi ise sırada James Gunn & Peter Safran’ın DC Universe’ü var. Belki de yeniden başlatılan bu evrenin ilk bölümünün “Gods & Monsters” isminde olması bizlere bir şey çağrıştırmalıdır, kim bilir?

Kapak Fotoğrafı: IMDB

 İlginizi çekebilir: Berke Kadam’dan Spider-Man: Across the Spider-Verse