The Killing of a Sacred Deer: Katil, Kurban ve Adalet
Son olarak The Lobster filmiyle yalnızlık sorununu değil yalnızlık “ikilemini” mercek altına alan Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos, merakla beklenen yeni filmi The Killing of a Sacred Deer / Kutsal Geyiğin Ölümü ile üç temel kavram, katil, kurban ve adalet üzerinden mitosların, dini kitapların ve elbette felsefenin birçok kez ele aldığı “vicdan” kavramı üzerinde duruyor.
Hikâye bizi ilk olarak Steven Murphy (Colin Farrell) adlı yakışıklı ve karizmatik, bir o kadar da mesafeli cerrahımızla tanıştırıyor. Sonrasında ise cerrahımızın küçük dostu Martin (Barry Keoghan) ile tanışıyoruz, Steven’in kanatları altındaki genç bir oğlan. Neden ve nasıl olduğunu sonradan öğreneceğimiz garip bir ilişki var ikili arasında, karısı Anna’dan (Nicole Kidman) sır saklamayan Steven’ı tedirgin edecek ve saklamaya yöneltecek kadar gizemli bir ilişki bu. Güzel ve yetenekli bir kızı, ondan daha küçük sevimli bir oğlu ve kendi gibi doktor olan karısı Anna ile mükemmel bir aile hayatı var Steven’ın. Ancak bu kusursuz hayat nereden çıkıp geldiği belli olmayan bir bela ile kirlenmek üzere.
Yorgos Lanthimos, vicdan kavramını ele almadan önce ilk olarak kavramları yeniden tanımlama, bir başka deyişle anlamsızlaştırma sürecine giriyor. Katil, kurban ve bunların arasındaki dengeyi sağlayan adalet kavramlarını buna kadarki tartışmaları göz ardı ederek kendi fantastik dünyasında yeniden kuruyor. Hikâyede ilk olarak kurbanları tanıyoruz. Bir tarafta Martin, diğer tarafta Anna, Bob ve Kim, bunlardan ötede bir yerde ise Steven. Ardından, bu kurbanların katilleriyle tanışıyoruz: Martin ve Steven. Ve sonunda da adalet kavramı, bu kurban ve katiller üzerinden yeniden anlamlandırılıyor.
The Killing of a Sacred Deer filmi izleyiciyi gerek müzikleri, gerek sahneleri, gerek karakterleriyle başından sonuna kadar diken üstünde tutuyor. İzleyiciye klasik bir anlatıyla karşı karşıya olmadığını bu rahatsız edici öğelerle sık sık veren film, izleyenlerin algılarını açık tutarak onları düşünmeye, detayları yakalamaya ve birbiriyle bağımsız görünen konular arasında bir bağ kurmaya zorluyor. Bu katil, kurban ve adalet meselesini, yeri geldiğinde yabancı karakterlere başvurarak (Steven’ın Kim ve Bob’un durumu hakkında konuşmak üzere okula gitmesi) izleyiciye yöneltiyor ve onları bu seçimi yapmaya mecbur bırakıyor. Filmin sonunda ise olabilecek en “adil” çözümle bu bitmek bilmez kararsızlığa bir son veriyor.
Yorgos Lanthimos, The Lobster ile kıyaslandığında izlemesi oldukça zor bir filmle çıkıyor karşımıza. Müzik, filmin renksiz atmosferi yanında diyaloglar esnasında karakterlerin cümle vurguları dahi insanı rahatsız etmeye çalışıyor. Martin rolündeki Barry Keoghan’ın en korkutucu katili bile gölgede bırakan performansının yanı sıra Colin Farrell ve Nicole Kidman da oyunculuklarıyla göz dolduruyor. İzlemesi oldukça güç olan bu filmin damarlarınızdaki kanı donduracak kadar karanlık olduğunu söylemek pek de yanlış olmasa gerek.
***Yazının devamı sürpriz bozan (spoiler) içermektedir, filmden sonra okumanız önerilir!
The Killing of a Sacred Deer filminde Yorgos Lanthimos katil, kurban ve adalet kavramlarını yeniden anlamlandırırken ilk olarak bu kavramların var olmadığı bir dünya yaratıyor. Bu fantastik dünyada ana karakterimiz Steven ilk olarak kurbanın kim olduğunu öğreniyor. Bir tarafta babasının ölümünden dolayı kurban pozisyonunda bulunan Martin yer alıyor. Martin, bu kan davasında babasının kanına karşılık Kim, Bob ve Anna’dan birinin kanını istiyor. Ve bu noktadan itibaren hem ailesi hem de kendisi, bağımlı ve bağımsız yollardan kurbanlara dönüşüyor. Ailesi, Steven’a bağımlı olarak bu oyunun içindeki asıl kurbanlar oluyor. Yahudilikte İshak’a, Müslümanlıkta ise İsmail’e benzer bir kurban ilişkisi kurabileceğimiz bu senaryoda Martin ise adaleti yani Tanrı’yı temsil ediyor. Ancak bu senaryoda İbrahim’in aksine Steven Tanrı’ya olan bağlılığı ile değil tam aksine işine yani Tanrının insanlığa olan cezasına ne kadar sadık kaldığı, itaat ettiği noktasından bir ceza alıyor. Kısacası Lanthimos Tanrı ile insan arasındaki meseleleri harmanlayarak karşımıza çıkarıyor. Tanrı’yı da Martin üzerinden kurban konumuna getiren Lanthimos, bu kavram üzerinden de aslında vicdana dair önyargılarımızı kırmayı amaçlıyor.
Söz konusu katile geldiğinde amacı iyileştirmek, iyi etmek olan cerrahı karşımıza bir katil olarak çıkarıyor. Martin her ne kadar işi insanı iyi etmek olan birinin işini başaramaması üzerinden bir suçlamada bulunsa da izleyiciyi işini iyi yapmaktan kastın, işini ciddiye almak olduğunu biliyor (Lanthimos bu konuya bir açıklama getirmeyerek yorumu izleyiciye bırakamaya tercih ediyor). Bir insanı öldürmüş olması sebebiyle katil olarak nitelendirilen Steven’ın, hikayenin ilerlemesiyle Martin ve Martin’in annesinin hayatlarını mahvetmesi noktasında soyut bir cinayet işlemiş olarak değerlendiriliyor, bir sonraki adımda ise ailesinin bir ya da birden fazla ferdinin ölümüne sebep olduğu gerekçesiyle yeniden katil olarak tanımlanıyor. Bu oyunu kuran Martin, yani Tanrı da kanlı bir oyun kurduğu için katil olmakla suçlanıyor.
Adalet noktasında ise hikayenin bahtsız kurbanları Kim, Bob ve Anna bu oyunun adaletsizliğinden, başkasının suçunun sonuçlarına katlanıyor olmaktan yakınırken Martin, adaletin “kısasa kısas”, dolayısıyla da “kana kan”la sağlanabileceğini savunuyor. Steven ise ailesinde kimin yaşamayı hak ettiği noktasında kararsız kalıyor ve bir çözüm bulmaya çalışıyor, günün sonunda da zaten bir kumar oynayarak – ki bu kumarın da ne kadar adilane olduğu sorgulanır zira Kim ve Anna ucuz atlatıyor – en azından herkese eşit şans tanımayı seçiyor.
Lanthimos, mitolojiden beslenerek yarattığı fantastik dünyada vicdan kavramını yeniden üreterek karşımıza koyuyor The Killing of a Sacred Deer filmiyle. İnsanı en korkunç seçimlerden biriyle baş başa bırakan, sürüklendiği paradoksta Testere filmlerini aratmaz bir senaryo içine sıkıştıran hikaye, günün sonunda ise insana dair olanın aslında yine insan yaratımı olduğu, dolayısıyla insan doğası ile diğer hayvanlar arasında hiçbir fark olmadığı vurgusunu yapıyor. Hayatta kalma meselesinin insanı düşürdüğü halleri minimal bir örnekte, ancak güçlü bir ilişkiler ağıyla anlatan film, bizleri korku dolu dakikalarla yalnız bırakıp, vicdan üzerine düşünmeye ve insan kavramını yeniden sorgulamaya mecbur kılıyor.
IMDb Puanı: 7.0/10
İlginizi çekebilir: İzlemeniz Gereken Nicole Kidman Filmleri
İlk yorumu siz yazın!