The King Of Comedy: Bir Martin Scorsese Başyapıtı
Scorsese’nin henüz izlemediğim filmlerine her elimi attığımda duvardan duvara çarpılıyorum… Mubi Türkiye’nin yakın zamanda kataloğuna eklediği bu filmin Amerikan sinemasının sözlük anlamı olarak kullanılabileceği düşüncesindeyim. “İnanırsan ve çalışırsan başarırsın” mottosunu günümüze kadar taşıyıp, tasmasını takıp Linkedin’de gezdiren insanlara göre değil bu film. Yalnız ve orta yaşlı bir adamın komedyen olma hayalinin, fantastiğimsi ama bir o kadar da gerçekçi halini anlatıyor. Robert De Niro’nun kariyerinin en iyi performansına hazır olun. Ben demiyorum başyapıtın sahibi Scorsese diyor…
Rupert Pupkin, hikayenin ana karakteri. Fazla hayalperest ve gerçeklikten uzak bir karakter olmasından mütevellit, yapabileceklerinin sınırlarının biraz esnek olduğunu kısa sürede anlıyoruz. Komedi sevdalısı olan bu adam, hayranı olduğu komedyenin programına konuk olmak için her şeyi yapabilecek halde. 2019 yapımı Todd Phillips’in yönettiği Joker filminin de bu filmden esinlendiğini söylemeden geçmeyelim. Filmin mottosu, Pupkin’in hayata bakışıyla paralel bir şekilde karşımıza çıkıyor. “Bir gün kral olmak, her gün ezik olmaktan daha iyidir.” Bu doğrultuda o bir günün peşinde izleyicisini de oradan oraya savuran Pupkin, ağır ama yoğun bir hikaye anlatıyor.
Filmin diğer ana karakterlerinde Masha haricinde Rupert’ı umursayan, dikkate alan pek kimse yok. Bu dikkate alınmama sürecinin iyi bir yere varmayacağını anbean yansıtan Scorsese, gerilimi üst seviyede tutmayı başarıyor. Hatta filmin isminden dolayı komedi filmi izleyeceğini zanneden sinema severleri derinden üzecek bir gerilim, tansiyondan bahsediyorum… Ufacık bir yan karakter olan sekreterle bizi ve Rupert’ı çok büyük sıkıntılara sokan Scorsese’nin kendine has bir şekilde kurduğu bu anlatı, bambaşka noktalara evriliyor. Şiddetin de yoğun olarak kullanıldığı, sınırları olmayan bir film The King of Comedy.
Editör Notu: Yazının devamı spoiler içermektedir.
Filmin başında tam dozunda verilen gerçek&hayal kargaşası, ilerleyen kısımlarında en gerçek sahnelerde bile “Ne olur gerçek olmasın bu” demenizi sağlıyor. Flörtüyle beraber adamın evini basıp coştuğu sahnede utançtan öleyazıyorsunuz, bir taraftan da hayal olmasını umuyorsunuz. Amerikan rüyasını ve klişeleşmiş dürüst olmayan başarı hikayelerini öyle bir şekilde yere çalıyor ki film, sistemin istediklerini yerine getirmek zorunda kalan bir adamın düştüğü hali gösteriyor. Yalnız ve sorunlu bir insan ile empati yapmaktan, geri kalan sinir bozucu öğelere kan kusmaya zaman kalmıyor. Baştan sona bir roller coaster bu film. Son 15 dakikaya ayrı bir parantez açıp, mümkünse bir kez daha izlemek gerektiğini düşünüyorum…
Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: MUBİ
İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan En İyi Martin Scorsese Filmleri
İlk yorumu siz yazın!