The Last of Us: Kalifiye Zombiler Eşliğinde Dramatik Bir Yol Hikayesi
Çok meşhur bir konsol oyunundan uyarlanan yeni HBO dizisi The Last of Us, sadece ‘gamer’ kitleyi hedeflemeye çalışmıyor. Genele hitap eden bir üslup ve sinematografi ile gümbür gümbür açıyor hikayesini. ‘Felaket filmleri/dizileri’ kategorisine hakim olan izleyicilerin ilgisini çekebilecek olan bu senaryoda ana karakterlerimiz genç ve huysuz kız Ellie ile orta yaşlı ve huysuz adam Joel. Bu ikilinin çok kritik bir meseleyi çözmeleri için uzun bir yol kat etmesi gerekiyor. Ama bu yolun her yeri dikenli, tam da tahmin ettiğiniz gibi… İzlemek isteyenler için dizi BluTV’de haftada 1 bölüm yüklenecek şekilde yayınlanmaya başladı.
Hikaye 2003 Amerika’sında Texas civarında başlıyor. Baba kız mütevazı bir hayat yaşıyorlar. Herhangi sıradan bir insan gibi dertleri var, kimsenin olası bir felaket senaryosuna mental olarak hazır olmadığı günler yaşanıyor. Bir gün sebeplerini daha sonrasında öğrenceğimiz bir illet dünyayı sarmaya başlıyor ve hayatta kalma mücadelesi başlıyor. Bu illetin dünyayı sardığı dönem ile 20 sene sonrasındaki apokaliptik atmosfer arasında mekik dokuyarak işlenen bu anlatının kurgusal anlamda oldukça dinamik söylemek mümkün, en azından ilk bölümlerde.
Pedro Pascal’a ve performanslarına gitgide ısınan bir izleyici olarak The Last of Us’da da rolünün hakkını fazlasıyla verdiğini söylemek mümkün. Ellie’yi oynayan Bella Ramsey ise çok özgüvenli ve kendine has rahatsız edici bir persona ortaya çıkarmayı başarıyor. Bu ikilinin arasındaki kimyanın oluşma şeklini oyunu oynayanlar az çok bilir, dizi de bu konuda yeterince organik tercihlerde bulunuyor, ağırdan alıyor. Bayat Hollywood klişelerini bocalamadan bir zombi dizisi yazmak çekmek her yönüyle bir başarı bu anlamda…
Prodüksiyon tasarımı ve müziklerle beklentileri tam anlamıyla karşılayan dizi, bölüm başına 10 milyon dolarlık bütçelerin konuşulduğu bir ortamda izleyenlere “E o parayla bir zahmet o zaman” dedirtiyor olabilir, haksız da değil böyle düşünenler. Ama çok iyi görünen ve içerik anlamında bomboş olan dizi & filmleri izlemekten usandığımız şu yıllarda, parayla her şeyin çözülmediğini görebiliyorduk. Fakat bu derece özenilmiş ve bütçeli işlerin, keskin zihinlerle ve iyi yönetmenlerle kesişmesi büyük bir şans. Oyunun müptelaları da aynı şekilde mi düşünüyor bilmiyorum ama dizi, oyunun mirasına müthiş bir saygı duruşu niteliğinde ilerliyor şu ana dek.
Editör Notu: Yazını bu noktadan sonrası spoiler içermektedir. Dilerseniz diziyi izledikten sonra geri dönebilirsiniz.
İlk bölümdeki doğal hayat akışının dev bir kaçış senaryosuna aksak ve gerçekçi bir şekilde evrilişine bayıldım. O huzursuzluk hissi çok iyi yansıyor. Özellikle üçlünün arabadaki kaçış sahnesi, üzerlerine düşeyazan uçak ve oradan kaçışları eşsiz bir deneyim. Devamında yaşanan trajik ölüm ise herhangi bir izleyiciyi eminim ki duygusal anlamda diziye kitlemiştir. O anı izleyen birinin hikayenin geri kalanını merak etmemesi gibi bir durum söz konusu olamaz… İkinci bölümde de bütçesinin de verdiği yetkiye dayanarak dünyasını günlük güneşlik, distopik bir havada ve geniş planlarla bizlere sunması, oyundaki meşhur otel ve müze sekanslarındaki gerilimi eksiksiz yansıtması vesaire şahane. Bölümün sonundaki çakmaklı intihar sonrası yalnız kalan ikilimiz, izleyiciye asıl yolculuğun şimdi başladığını sözsüz şekilde ifade ediyor…
Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz
Kapak Fotoğrafı: cnet.com
İlginizi çekebilir: Eralp Alper’den Sıcak Kafa
İlk yorumu siz yazın!