İlk yorumu siz yazın!
The Life Ahead: Sophia Loren'i Geri Döndüren Film
Gündem yaratmak konusunda Netflix’in, her ikisi de internet gündemine bomba gibi düşen biri yerli (Bir Başkadır), biri yabancı (The Crown‘un dördüncü sezonu) dizi projelerinin gölgesinde kalmış olabilir. Ama geçtiğimiz günlerde yepyeni bir Netflix orijinal filmi de platformun kataloğuna eklendi: İtalyan yapımı La vita davanti a sé / The Life Ahead. Filmi kesinlikle izlemeye değer kılan tek özelliği Fransız edebiyatının önemli yapıtlarından Onca Yoksulluk Varken’den uyarlanmış olması değil. The Life Ahead, dünya sinemasının yaşayan en büyük oyuncularından biri olan Sophia Loren’i, on yılın ardından yeniden sinemada izlememizi sağlıyor.
Küçük Momo ve Madam Rosa’nın yolları, Bari’nin pazar yerinde Momo’nun Madam Rosa’nın çantasını çalmasıyla kesişiyor. Momo’ya bakmakla yükümlü babacan doktor, onu özür dilemesi için yaka paça Madam Rosa’nın evine götürdüğünde, birbirine nefret dolu bakışlar atan bu ikilinin yollarını bu kez doktor, daha kalıcı ve zoraki bir şekilde kesiştirmiş oluyor. Yahudi soykırımından sağ kurtulmuş, yaşlı bir kadın olan Madam Rosa, eski bir seks işçisi olarak, para karşılığı genç meslektaşlarının çocuklarına bir yuva sağlıyor, onlarla ilgileniyor, onları büyütüyor. Doktor, Momo’nun da bu evde kalması karşılığında Madam Rosa’ya para teklif ediyor. Momo ise kendisine bakmakla yükümlü insanlar olsa da hırsızlık yaparak, uyuşturucu satarak para kazanmaya çalışan, kimsesiz, asi bir çocuk. İstemeyerek yanında kalmaya başladığı Madam Rosa’yla birbirlerini gittikçe daha iyi anlıyor, birbirlerini sevmeye başlıyorlar. Daha uzun süre onunla kalmaya devam edeceğini anlayan Momo, o gün geldiğinde hastanede ölmek istemeyen Madam Rosa’ya, bu dileğini gerçekleştirmesi için yardımcı olacağına dair söz veriyor.
The Life Ahead, Romain Gary’nin 1975 yılında Emile Ajar takma adıyla yazdığı, Türkçeye Onca Yoksulluk Varken adıyla çevrilmiş romanın bir uyarlaması. İtalyan yönetmen Edoardo Ponti‘nin filmi, 1970’lerin Paris’inde geçen romanı, günümüz Bari’sine taşıyor. Romanın konusunu mümkün olduğunca aynı tutarak bu değişikliği yapmak içinse birkaç gerekli hamleye başvuruyor: Matematiğin tutması için Madam Rosa’nın Auschwitz’de geçen yıllarındaki yaşını ve günümüzdeki yaşını değiştiriyor, Güney İtalya’daki göçmen nüfusu daha iyi simgelemesi adına Momo’yu Arap asıllı Müslüman bir göçmenden, Afrika asıllı Müslüman bir göçmene dönüştürüyor.
The Life Ahead, tam olarak gözyaşı pınarlarına nokta atışı yapan, gözyaşına yatırım yaparak kusurlarını gizlemeye çalışan o duygusal, popülist filmlerden. Daha önce, uyarlandığı roman da dahil olmak üzere birçok eser tarafından uygulanmış bir formül (geçmişe ait travmaları olan, huysuz ve yaşlı insan ile ötekileştirildiği için suça yönelmiş küçük çocuğun beklenmeyen dostluğu) üzerinden ilerliyor. Ruhundaki ve atmosferindeki Akdenizlilik de işin içine girince, Çağan Irmak sinemasıyla kıyaslamalara girişmeyi bile düşünebilirsiniz. (Hümeyra’yı Madam Rosa olarak hayal edemeyen var mı?) Bu açıdan görevini başarıyla yerine getiren, seyri boyunca birden çok kez gözyaşı pınarlarını harekete geçiren The Life Ahead‘in tek eksiği, filme fon oluşturan toplumsal sorunların derinine inmektense sadece iki karakteri arasındaki duygusal hikayeye yoğunlaşıyor oluşu. Momo’nun ailesini Senegal’den Bari’ye getiren dünya düzenini, Senegal’den Bari’ye gelenlerin nasıl zorluklarla karşılaştığını, Momo’nun bu zorlukların ne kadarını yaşamış ve ne kadarını yaşamaktan korkuyor olduğunu fazla umursamaz bir ton tercih ediyor Ponti. Bu da yönetmenin ve senaryonun Momo’nun hikayesini ve hikayesinin temelindeki toplumsal sorunları değil, sadece Momo’nun Madam Rosa’yla olan ilişkisinin ne kadar dokunaklı olduğuyla ilgilendiğini gösteriyor. Momo’nun kanına Kur’an aracılığıyla otantik / oryantalist bir yaklaşımla, olmadı kolaya kaçıp Sefiller referanslarıyla sızmaya, onu ‘iyileştirmeye’ çalışması da cabası… Oysa belki de Momo, tıpkı hastanede ölmek istemeyen Madam Rosa gibi, bu çocuk kandırır gibi iyileştirme seanslarıyla değil, kendi yolunu kendi seçmek ve ‘iyi olanın’ ne olduğuna kendisi karar vermek istiyordur.
Madam Rosa rolündeki, seksen altı yaşındaki Sophia Loren, kariyerinin görkemine yakışır bir performans sergiliyor. Üçte biri boyunca kameranın odağında olduğu filmde, on iki yaşındaki Ibrahima Gueye ile muhteşem bir ikiliye dönüşüyor. Loren’in Madam Rosa’sı, otoritesini ve sertliğini, hassasiyetini ve yumuşaklığını dengeli bir şekilde kullanan bir kadın. Dahası, zihninin başka yerlere gittiği, en çaresiz anlarında izleyiciyi kendine acındırmayı fiziksel bir şova, bir karikatüre dönüştürürek değil, mimiklerindeki boşlukla ve yarattığı endişeyle acındırmayı başarıyor. Ödül sezonunda adı yılın ödüllendirilmeyi bekleyen kadın oyuncu performansları arasında anılmaya başlanan Loren, Oscar ödülüne aday gösterilmesi halinde iki adaylığı arasında en uzun süre (55 yıl) bekleyen isim olarak tarihe geçecek.
Filmin ödül sezonu açısından bir diğer önemi ise sonunda yer alan özgün şarkı: Ünlü İtalyan şarkıcı Laura Pausini‘nin seslendirdiği Io sì, Armageddon‘ın I Don’t Want to Miss a Thing‘inden Pearl Harbor‘ın There You’ll Be‘sine tam on bir kez şarkılarıyla Oscar’a aday gösterilmiş, fakat henüz hiç kazanamamış besteci Diane Warren‘ın imzasını taşıyor.
IMDb Puanı: 7.0/10
Şimdi başlıyoruz 🙂
Film önerisi için teşekkürler, izlenebilirler arasına aldım 🙂