The Mandalorian: Star Wars Evreninden Yeni Bir Hikaye
“Uzun zaman önce, uzak bir galakside”, Star Wars diye bir seri yaratan George Lucas adıyla bilinen insan, bundan yıllar sonra hala herkesin bu hikayeyi konuşacağını düşünür müydü acaba? İlk filmin üzerinden kırk seneden fazla zaman geçmesine rağmen Hollywood’un etinden sütünden faydalanmayı çok sevdiği Star Wars serisi şimdi de Disney+’da yayınlanan The Mandalorian dizisiyle gündemde. Yalnız kovboy baş karakter ve görenin kalbini eriten “Bebek Yoda’nın” maceralarını anlatan bu dizi, şimdilik tüm Star Wars hayranlarından tam not almışa benziyor.
Biliyorsunuz ki yıllardır Star Wars evreninde nelerin ‘doğru’ nelerin ‘yanlış’ yapıldığına dair çok fazla spekülasyon var. Orijinal üçleme (Episode IV-V-VI) sevenler ile sonrasında yapılan her şeyi ayrı koyan hayranlar mevcut. Clone Wars gibi animasyon dizilerden Rogue One ve Solo gibi, üçlemelerden bağımsız spin-off filmlere ve tabii ki sonrasında gelen Skywalker üçlemesi fiyaskosuna kadar birçok iniş-çıkış yaşadı Star Wars serisi. The Mandalorian için de uzun süre boyunca bir çıkıştan çok fiyasko beklentisindeyken, ilk gelen yorumlarla durumun farklı olduğunu anladım. Bir kere prodüksiyonun başında George Lucas‘ın manevi oğlu olarak bilinen Dave Filoni ve onun gibi birçok Star Wars‘a gönül vermiş insan olması durumun ciddiyetini arttırıyor. Her detayın kusursuzluğunun ardındaki isim, dizinin yaratıcısı Jon Favreau, yönettiği Jungle Book ve The Lion King‘de öğrendiklerini burada yepyeni bir teknolojiye çevirerek uygulamışa benziyor. Arkasında Disney gibi dev bir kaynak olan dizi, her bölümüyle uzun metraj film tadı veriyor. Yapım kalitesi, hikayenin güzelliği ve oyuncuların yeteneğiyle birleşince, ortaya izlemeye doyum olmayan harika bir iş çıkmış.
Konusuna gelince… Mandalorian ya da kısaca Mando olarak bilinen ana karakter, yalnız çalışan bir ödül avcısıdır. Galaksinin en iyilerinden olduğunu söylememe bile gerek yok herhalde. Bir gün aldığı bir iş onu çok önemli bir ‘paket’le karşılaştırır. Kimsenin türünü ya da özelliğini bilmediği bu paket, internetin “Bebek Yoda” olarak adlandırdığı şirin mi şirin, küçük, yeşil mucizedir. Burada not düşmekte fayda var, internet böyle adlandırdı dedim çünkü bu küçük arkadaşın ne adı ne de türü dizi boyunca hiç dillendirilmiyor. İzleyiciler Yoda’nın türünden olduğu için ona Bebek Yoda (Baby Yoda) dediler ama bilmeniz gerekir ki dizideki bu canlının Yoda ile uzaktan yakından bir akrabalığı ya da biyolojik bağı var mı henüz açıklanmadı. Ayrıca dizi, Return of the Jedi filminin sonunda, imparatorluğun yıkılmasından beş sene sonra, yeni üçlemenin başladığı tarihten de yaklaşık otuz sene önce geçiyor. Mandalorian ve Bebek Yoda’nın beraber atıldığı maceralarda yepyeni (belki de eski) düşmanlar karşımıza çıkıyor. İmparatorluk yıkıldıktan sonra gelinen nokta tarihte hep rastlandığı gibi kaotik ve güçlünün ayakta kaldığı bir dönem olarak yansıtılmış. Dizinin en güzel yanı, set tasarımından figüranlara birçok detayda orijinal üçlemeye saygı duruşunda bulunan çok akıllı detaylar oluşu. Hepsini söyleyip seyir keyfinizi bozmak istemem! Bölümler ilerledikçe baş karakterimizin geçmişi ve bağlı olduğu değerlerin kıymeti giderek daha iyi anlaşılıyor ve çok güzel bir şekilde birinci sezonu toparlayan bir finalle yeni sezona bol bol malzeme bırakılıyor.
Dizinin en ilginç yanı, başroldeki Pedro Pascal‘ın Mandalorian rolünü tamamen zırh ve kaskıyla oynaması ve kaskını hiç çıkarmadan onca duyguyu izleyiciye geçirebilmesi. Game of Thrones ve Narcos‘tan tanıdığım ve çok sevdiğim Pascal’a burada bir kez daha hayran oldum, zira en ufak vücut hareketi ve ses değişimiyle rolün hakkının nasıl verilebildiğini ders niteliğinde işlemiş her bölümde. Tüm oyuncu kadrosunun yanı sıra her bölüm için seçilen yönetmenler de çok başarılı. Benim en beğendiklerim Dave Filoni, Taika Waititi ve oyunculuğuyla tanıdığım Bryce Dallas Howard‘ın yönetmenliğini üstlendiği bölümler oldu.
Atlamadan söylemeliyim ki benim için en güzel tecrübe bu evrene yeniden giriş yaparken beni ilk notada içine çeken ve tüm gün beynime kazınan orijinal müziği oldu. Üstün yetenekli Ludwig Göransson (Black Panther ile Oscar kazanan genç ve dahi besteci) çok ilginç çalışmalar yaparak dizinin havasına yüzde yüz uyan, aynı zamanda 70’lere gönderme yapan harika keşiflerde bulunmuş.
Dizinin tamamı tipik Western ve Samurai filmlerinden alıntılandığı için seyir süresince bir çok kez Kill Bill tarzı sahnelerle karşılaşabilirsiniz. Bu özellikleriyle özünde uzay Western’i tadı olan The Mandalorian kesinlikle hem yeni hayranlar edindi hem de kemikleşmiş Star Wars hayran kitlesinin bile kalbini kazanmış bir işe dönüştü. Kasım ayında ikinci sezonuyla izleyiciyle buluşmayı bekleyen dizi, En İyi Drama Dizisi dahil 15 dalda Emmy adaylığıyla da şimdiden Disney+‘ın yüzünü güldürdü. İyi seyirler!
IMDb Puanı: 8.7/10
İlk yorumu siz yazın!