İlk yorumu siz yazın!
The Marvelous Mrs. Maisel: Sahnede Komedyen Bir Kadın
En sevdiğim şeylerin sorulması beni hep çok gerer. En sevdiğim yemek, en sevdiğim kitap, en sevdiğim mekan… Oturup uzun uzun düşünmem gerekir ve asla birini ötekinin önüne koyamam. En sevdiğim filme, müziğe cevap veremezken en sevdiğim diziye cevabım çok net: The Marvelous Mrs. Maisel. Hem bir kadın hikayesi hem de dönem dizisi, bir de komik. Daha ne isteyeyim? Bütün bu bileşenler bir araya geldiğine göre, hadi feminist incelemesine başlayalım!
-Bu yazı spoiler içerir!-
Bir dönem dizisi olduğu için ve özellikle, üzerine çalışılmış bir dönem dizisi olduğu için kıyafetlere bayıldığımı söylemeden başlayamayacağım. Midge’in elbiseleri, çantaları, şapkaları… Diziyi izlerken yine kendimi keşke hala böyle giyinebilsek, böyle kıyafetler bulabilsek dediğim bir noktada buldum. Dizinin canlı renkleri de konu ve konseptle çok uyumlu gidiyor. Midge’in annesi, babası gibi karakterlerin karikatürize rolleri tek başına baktığınızda abartılı gelebilecekken, yapım içine öyle yedirilmiş ki hiç rahatsız etmiyor, aksine bütünlüğü destekliyor. Yer yer teatral nüanslar görebileceğiniz dizi, izlerken yapım anlamında asla dikkat dağıtmıyor.
Dizinin ilk bölümünden bahsederek başlamak istiyorum. 50’lerde geçen dizide başrolümüz Miriam “Midge” Maisel evli, iki çocuklu, 20’lerinin başlarında bir kadın. Kendisi üniversite bitirmiş, zeki, güzel, bakımlı, New York-Manhattan’da yaşayan, eğitimli bir aileden gelen yüksek sosyoekonomik ve sosyokültürel statüde Yahudi bir kadın. İlk bölümde Mr. Maisel’ın stand-up yapma aşkına tanık oluyoruz ve kocasının sahne alabilmesi için Midge her seferinde yemek pişirip, dizi boyunca adını çok duyacağımız Gaslight’ın sahibine ‘hediye ediyor’. Mr. Maisel kötü geçen bir şovunun tüm sorumluluğunu Mrs. Maisel’a yüklüyor?! Ve tartışmaya başlıyorlar, sonunda Mr. Maisel evi terk etmek için eşyalarını toplamaya başladığı sırada aslında bir süredir eşini aldattığını itiraf ediyor ve aynı anda Mr. Maisel dizide en sevmediğim karakter haline geliyor.
Midge’in bu duruma verdiği tepki ilginç, kocasına daha iyi olmaya, daha çok çalışmaya her şeyin dahasına söz veriyor. İlişkinin bütün sorumluluğu üstündeyken, aldatılmışken, halihazırda bu kadar çok çaba harcarken bile ilişkinin devam etmesi için daha iyi olmaya söz veren kişi yine Midge. Ama işe yaramıyor ve Mr. Maisel evi terk ediyor. Bunun üstüne sarhoş olan Midge, kendini Gaslight’ta buluyor ve tamamen organik bir şekilde konuşmaya başlıyor, izleyenlerden aldığı pozitif tepkilerle konuşmasına devam ediyor ama sonunda müstehcen tavrı yüzünden tutuklanıp nezarethaneye götürülüyor. Gaslight’ta Midge’in şovunu izleyen Susie, kefaletini ödeyip Midge’i kurtarıyor ve ona stand-up yapması gerektiğini söylüyor. Dizinin geri kalanı boyunca hep yan yana göreceğimiz bu ikilinin hem arkadaşlıkları hem de iş ilişkileri böylece başlamış oluyor.
Dizinin feminist yönleri olduğu kadar, feminist görünüp aslında o kadar da feminist olmayan yönleri de var; sakin olun, hepsini konuşacağız.
Kesişimsel Feminizm
Feminist eleştiriye başlamadan önce kesişimsel feminizmden bahsetmeliyim çünkü yazı boyunca karşımıza çıkacak. Feminizmi kadın hakları ve cinsiyet eşitliği olarak düşündüğümüzde kesişimsel feminizm; kadınların ırk, sınıf, etnik köken, din ve cinsel yönelim gibi kimliklerine bağlı olarak ayrımcılığı nasıl deneyimlediklerini inceliyor. Örneğin; beyaz bir kadın sadece kadın olduğu için ayrımcılığa uğrarken, Latin bir kadın hem kadın olduğu için hem de etnik kökeni nedeniyle ayrımcılığa maruz kalıyor. Siyahi bir lezbiyense kendini hem kadın olduğu için hem ırkından hem de cinsel yöneliminden dolayı dezavantajlı bir konumda buluyor. Kesişimsel feminizm yeni bir tabir gibi görünse da aslında senelerdir konuşuluyor ve ortaya çıkmasının sebebi de klasik anlamda bildiğimiz feminizmin yeterince kapsayıcı hissettirmemesinden kaynaklanıyor. Farklı kültürlerden, etnik kökenlerden veya ırklardan kadınlar kendilerine feminizm ideolojisi içinde yer bulamıyor ya da feminizmle birlikte başka bir kültürün, Batı kültürünün, dayatmasına maruz kalıyor. Yani klasik anlamda tanıdığımız feminizm, Pakistan’daki bir kadının genel feminizm ideolojisine uygun davranmasını beklerken; kesişimsel feminizm her kültürün, ırkın, etnik kökenin kendine ait feminist fikirleri geliştirebileceğini savunuyor.
Bahsettiğim gibi Midge iyi eğitimli ve yüksek sosyoekonomik statüde bir aileden geliyor. Babası profesör, annesi ise Paris’te okumuş, iyi eğitimli ama çalışmayan bir kadın. Eşinden ayrılmak birçok kadın için ekonomik anlamda büyük sorunlara sebep olabilecekken Midge, kolaylıkla ailesinin yanına yerleşiyor. Ama yine de her şeyi bırakıp ailem bana baksın mantığıyla devam etmiyor hayatına, bir mağazada stant görevlisi olarak çalışmaya başlıyor. Dönemin kadınları için izin verilen sayılı işlerden birisi, ama yine de bir kadının çalışması Midge ve çevresi için alışılagelmişin dışında bir durum. Hatta bununla ilgili dizide birkaç kere konuşulan bir mesele var, Midge’in ve dönemin öteki kadınlarının kendilerine eş bulmak için üniversiteye gitmeleri… Kadınların meslek edinmek için değil de, kendilerine okumuş ve varlıklı eş bulmak için üniversiteye gitmesini dönem adına açıklayıcı bir argüman olarak görüyorum. Her ne kadar kendilerini geliştirseler de kadınların sonu hep ev kadınlığına ve anneliğe çıkıyor.
Midge’in stand-up’a başlaması Susie sayesinde, Susie’nin motivasyon sağlamasıyla oluyor. Midge stand-up yaptıkça daha çok seviyor, sevdikçe daha çok yapıyor. Tamamen erkek egemen olan bir alanda kendine yavaş yavaş yer bulmaya başlıyor, ki 50’lerden bahsettiğimizi tekrar hatırlamak istiyorum. Dizide dikkat edilmesi gereken tavırlardan birisi de Midge’in birçok kez sahneye çıkmadan önce şarkı söyleyeceğinin zannedilmesi. Çünkü o dönemde bir kadın sahnede sadece süslenip püslenip şarkı söyleyebilir; espri yapmak, aklını kullanmak çok da kadınlara göre bir ş… Ah cümleyi tamamlayamadım. Midge bununla ilgili diyor ki: “Komedinin kaynağı hayal kırıklığı ve aşağılanmaktır. Bunlar bir kadından daha iyi kimi tanımlar?”
Midge’le aynı dönemde komedyen olarak sahne alan ve adından söz ettirmiş başka bir kadın daha var, Sophie Lennon. Sophie sahneye eğitimsiz, kilolu ve şehrin kenar mahallerinde yaşayan bir kadın olarak çıkıyor ama aslında; zengin, kültürlü ve elit biri. Midge’e de akıllı kadınların sahnede yer alamayacağını, güzel ve akıllı davranırsa komedisinin dikkate alınmayacağını, komedi yapacaksa biraz aptal davranması gerektiğini öğütlüyor. Buradan sonra olanlar izleyenler arasında bir ikilik yaratmış durumda. Sophie’nin söylediklerinden sonra Midge ona karşı çıkıp Sophie’nin gerçek karakterini açığa çıkarıyor, buna karşılık Sophie, Midge’in işlerini engelliyor… Kadınlar arasında bir çekişme başlıyor ve Midge’in tavrını hatalı bulan izleyici sayısı çok fazla… Bence herkesin sahne kimliği farklı olabilir, bunu bir utanç kaynağı haline getirmek yanlış ama Sophie’nin Midge’e söyledikleri de hiç haklı şeyler değil. Yine de bir şekilde dayanışabilirlerdi ve birbirlerinin kararlarına saygı duyabilirlerdi diye düşünüyorum.
Bahsettiğim kesişimsel feminizmi görebileceğimiz noktalardan birisindeyiz. Susie’ye geri dönersek, bence dizideki asıl feminist idol Susie’den başkası değil. Midge’i keşfeden de sahneye çıkması için motive eden de Susie. İşlerin iyi gitmediği noktada Midge ekonomik anlamda neredeyse hiçbir şey kaybetmeyecekken, düşük sosyoekonomik bir statüden gelen Susie her şeyini kaybedecek bir durumda. İçinde bulunduğu erkek egemen sektörün de özellikle farkında ve bununla savaşmak için elinden geleni yapıyor. Midge’in menajerliğini üstlenen Susie, eline geçen hiçbir fırsatı kaybetmiyor ve Midge’le birbirlerini desteklemeyi asla bırakmıyorlar. Bununla birlikte Susie’nin girdiği mekanlarda erkek sanılması, dönemin kadınlarından çok erkeklerine benzeyen kıyafet tarzı; bize yine bir kadının toplumsal alanda iş yapabilmesi, sözü dinlenir hale gelmesi için feminen yönünden çok maskülen yönünü vurgulaması gerektiği mesajını veriyor.
Dizide beni çok şaşırtan öteki bir kadınsa Midge’in annesi. Paris’teki hayatına tanık olduğumuz bir kısım var dizide ve New York’takiyle aynı kadın olduğuna inanmak neredeyse imkansız. Evlenmeden önce Paris’te eğitim aldığını biliyoruz ve şimdiki dönemde tekrar Paris’e gittiğinde o zamanki karakterine bürünüyor.
O halini görmek bir yandan inanılmaz keyifliyken bir yandan da üzücü. O kadar özgür ve neşe dolu bir kadınken yıllar içinde dönüştüğü kişiden çok farklı görünüyor. New York’ta aşırı mükemmeliyetçi olan, en ufak şeyi kafasına takan kadın, Paris’te küçücük ve eski bir apartman dairesinde, çok hareketli, sanatla iç içe yaşayan biri haline geliyor. Çünkü yine kadından beklenen; oturaklı, her şeye yetişen, her şeyi mükemmel olan, her şeyi mükemmel yapan biri olması. Paris’teyken bu baskılardan kurtulunca da kendi gerçek benliğine dönebiliyor. Paris’e gitmesi aynı zamanda bir başkaldırı ve New York’a geri döndüklerinde hiçbir şey eskisi gibi kalmıyor. Sanat dersleri almaya başlıyor ve Paris’teki heyecanını sürdürüyor.
The Marvelous Mrs. Maisel’ın feminist olmaması yönündeki eleştiriler genel olarak şunun üzerine; Mrs. Maisel’ın hayatında kadın olduğu için yanlış giden şeylere başkaldırmasının, onlara karşı gelmesinin sebebi genel ve sistematik bir fikirden gelmiyor. Kendi hayatında yanlış olduğu için onlara karşı koyuyor. Hatta araştırma yaparken, hayallerinin peşinde koşmak sizi feminist bir idol yapmaz, feminist idol olmak için aktif olarak savaşmanız gerek, gibi şeyler okudum. Katıldığım bir düşünce olmadı. Evet Midge’e feminist idol diyemeyiz ama bunun sebebi şu, Midge’e feminist idol demek öteki gerçek anlamda feminist idollere haksızlık olur. Çünkü bugünün dünyasında bile ne kadar ayrıcalıklı olursak olalım, kadınlar olarak hayallerimizin peşinden koşmak aktif bir savaş gerektiriyor bence. Her kültürün her ırkın her etnik kökenin, cinsel yönelimin sosyoekonomik ve sosyokültürel statünün kendine göre zorlukları var ve bir şekilde hepimiz hayatımız boyunca bu zorlukları deneyimliyoruz. Bunun yanında tabii ki farklı ırk, etnik köken ve cinsel yönelimdeki kadınlar bu zorlukları daha çok yaşıyor. O yüzden bu konudaki tek kritiğim onlar için kapsayıcı olmaması.
Mrs. Maisel’ın üzerinde hiç baskı yok diyemeyiz. Dinine ve Yahudi topluluğuna sıkıca bağlı bir kadın olan Midge ailesi ve topluluk tarafından anlaşılmıyor. Ailesine stand-up yaptığını çok çok sonra söylüyor ve iyi bir tepki almıyor. Aynı zamanda da tekrar evlenmesi için sürekli olarak baskı görüyor. Çünkü tahmin edersiniz ki bir kadın hayatta kalmak için her zaman bir erkeğe ihtiyaç duyar (!) Mrs. Maisel’ın gelişimini de görmüyor değiliz. İlk bölümde her akşam tüm vücudunu ölçüp not alan ve bunu senelerdir yapan, kocasının yanına yatağa saçları yapılı, tüm makyajıyla girip kocası uyuduktan sonra gidip saçını bozup makyajını temizleyen, bu yetmezmiş gibi ertesi sabah kocasından önce uyanıp saçını ve makyajını tekrar yapıp geri yatağa kocasının yanına dönen Mrs. Maisel, yazarken yoruldum o zamanın kadınları bunu nasıl böyle sürdürmüş aklım almıyor. Mr. Maisel’la ayrıldıktan sonra bütün bunların saçmalığının farkına varıyor ve kocası Midge’i ancak ayrıldıktan sonra makyajsız görüyor. Ve ne kadar dikkatsiz bir kişi olduğunu anlamanız için söylüyorum, “Sen her gece böyle mi görünüyordun?” diye soruyor. Dayatılmış cinsiyet rollerine elinden geldiğince karşı çıkan bir Midge’e dönüşüyor.
Sonuç olarak, feminist olmak için bütün feminist fikirleri, bütün tarihini, feminizmle ilgili her şeyi bilmeye gerek yok. Kadın olarak hakkını savunmak için de feminist olmaya gerek yok. Aslında her şeyi bu kadar kalıplaştırmaya gerek yok. Ben bu diziyi izlerken iyi hissettim. Tam anlamıyla feminist bir dizidir diyemesem de, izleyiciler diziyi nereye koyacakları konusunda fikir ayrılığına düşmüş olsa da, Mrs. Maisel ve Susie’nin her yeni başarısında mutlu oldum ve beni feminist bir eleştiri yazmaya motive etti. Bu benim için yeterli. 🙂
Son olarak, beni rahatsız eden bir şey daha var, dizinin ilk bölümünde Mr. Maisel’ın karsını aldattığını bilmemize ve evi terk etmesine rağmen bu dizinin adı neden Mrs. Maisel? (Biliyorsunuz Mrs. evli kadınlar için kullanılır ve Maisel Midge’in kaçasından aldığı soyadı.)
Bu arada, diziyi sadece gülmek için ya da yapımın kalitesinden dolayı da izleyebilirsiniz. 70. Emmy Ödülleri‘nde En İyi Komedi Dizisi, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödüllerini, Altın Küre‘de 2 kere En İyi Kadın Oyuncu ve bir kere En İyi Komedi Dizisi ödüllerini alan diziyi izlemeniz için bu yazıyı daha ne kadar uzatabilirim inanın bilmiyorum… Şimdiden iyi seyirler! 🙂
İlginizi çekebilir: Kübra Ketenci’den GLOW
Dün akşam başladık, 2 bölüm seyrettik bayıldık. Bu karantina günlerinde harika bir öneri oldu bize 🙂 Öpüyorum.