Sinema ve psikanaliz her ne kadar farklı disiplinlere ait iki kavram da olsa, birbirini besleyen ve besledikçe yücelten kavramlar diye düşünüyorum. Dünya tarihinde kendilerini neredeyse eş zamanlı olarak gösteren sinema ve psikanaliz, günümüzde de sık sık aynı sahnede yer alıyor. Buna en iyi örneklerden biri bu yazının da esas konusu olan Michael Haneke’ın 2001 yılında çektiği The Piano Teacher filmi. Psikanalizin birçok elementini içinde barındıran bu filmde, bir takım Freudyen ögeler de bulmak mümkün. Bu nedenle filmin analiz kısmına başlamadan önce, analizi çok daha anlaşılır kılabilmek için kısaca Freud’un psikanaliz kuramından bahsedeceğim.

The Piano Teacher
The Piano Teacher | Fotoğraf: empireonline.com

Psikanaliz Nedir?

Temelleri Sigmund Freud tarafından atılan psikanaliz, psikoterapinin bir tekniği olarak geçiyor. İnsanın bilinç dışının kapsamlı ve katmanlı şekilde incelenmesini hedefleyen psikanalizin temel amacı, danışanların zihinsel süreci ile bilinç dışı unsurları arasındaki ilişkiyi anlamlandırmak… Bilinç dışını katmanlı şekilde incelemek tabiri biraz muallak kalmış olabilir. O zaman bu tabiri daha detaylı olarak şu şekilde açıklayayım. İnsanın bilinçaltı üç katmandan oluşur. Bunlar süperego, id ve ego. Süperego için, kişiyi toplumsal ve ahlaki açıdan en uygun şekle sokmaya çalışan alt bilinç diyebiliriz. İd, bilinçaltının tamamen zevk alma prensibi ile temellenen kısmı ve ölümle yaşam içgüdülerinden meydana geliyor. Ego da, kısaca bilinçaltının id ile süperego arasındaki dengeyi sağlamayı hedefleyen kısmı. Ego sayesinde kişi, dış dünya için en kabul edilebilir haline bürünüyor.

Psikanalizin asıl amaçlarından biri, kişinin mevcut zihinsel sürecini ve davranışlarını anlamak için danışanın bilinç dışı düzeyde bastırılmış şekilde duran duygu ve düşüncelerini yüzeye çıkarmak. Fakat psikanalizde Freud’un altını çizdiği tek kavram bastırılmış duygular, düşünceler ve arzular değildir. Freud, insanın çocukluk dönemine de önemli bir referans verir. Freud’a göre kişinin çocukluğunda yaşadığı olaylar ve anne-babası ile kurduğu ilişkiler, kişinin yetişkinlik döneminde kişiliğinin gelişmesinde önemli bir yere sahip olur. Eğer kişinin çocukluk döneminin ve aile ilişkilerinin freudyen perspektifte yetişkinliğe nasıl yansıdığını merak ediyorsanız ”Freud’un Psikoseksüel Kuramı’na” bakmanızı tavsiye ederim. Ama ben şimdi konudan sapmamak için bu kuramdan bahsetmeyeceğim.

Erika & Walter
Erika & Walter | Fotoğraf: Pinterest

(Editör Notu: Yazının ilerleyen kısımları, filmde geçen sahnelerin psikolojik analizi olması sebebiyle spoiler içeriyor.)

The Piano Teacher Filmi Analizi

The Piano Teacher filmin ana karakterlerinden olan Erika Kohut 40 lı yaşlarına yaklaşan, annesi ile beraber yaşayan, bir piyano öğretmeni. Filmdeki hikaye, Erika ile öğrencisi Walter’ın arasındaki duygusal, cinsel ve bir noktadan sonra ikisi için de tehlikeli hale dönüşen romantik ilişki üzerinden ilerliyor. Filmin ilk sahnesinden de anlayabileceğimiz gibi Erika’nın annesi kontrollü ve baskın bir kadın. Film bize her ne kadar Erika’nın babası hakkında çok fazla detay vermese de, Erika’nın babasının yaşarken aklı hastanesinde yattığını ve orada öldüğünü, Erika’nın Walter ile yaptığı kısa sohbet sayesinde öğreniyoruz.

Erika’nın Annesiyle Olan İlişkisi

Erika’nın annesi, Erika’ya sanki onun bir uzantısıymış gibi davranır. Erika’nin eve saat kaçta geldiğine, ne giydiğine, kiminle konuştuğuna kısacası neredeyse her şeyine karışır. Hatta film bizi ilk olarak Erika ve annesinin kavgası ile karşılar. Erika eve geç gelir ve bu durum annesi için kabul edilemez bir şeydir. Erika eve girer girmez annesi onun üstüne agresif bir şekilde yürür. Erika annesinden kurtulup odasına girmek ister fakat başaramaz çünkü annesi izin vermez ve Erika’nın çantasını kurcalar.

Erika ve Annesi
Erika ve Annesi | Fotoğraf: kino.de

Annesi çantanın içinde yeni alınmış  bir elbise bulur ve bu durum kavganın şiddetini iyice arttırır. Bu sahne aslında klasik bir anne kız kavgasından çok daha fazlası. Nasıl biz birden fazla insanla aynı apartmanı paylaşsak bile o apartmanın içindeki  yaşadığımız daire bize özelse, aynı şekilde o dairenin içinde birden fazla kişiyle yaşasak bile eğer kendimize ait bir odamız varsa o oda bize özeldir. İşte bu sahnede Erika’nın annesi, Erika’nın odasına gitmesine izin vermeyerek, Erika’nın özel alanında hakimiyet kurar ve aslında Erika’nın özerkliğini inkar eder…

Dahası bu kavgaya ve bu kavgada yapılan eylemlere psikanalitik açıdan baktığımız zaman, Erika’nın çantasının annesi tarafından kurcalanması dikkat edilmesi gereken bir durum. Erika’nın çantası onun vajinasını temsil eder ve çantanın annesi tarafından kurcalanması Erika’nın annesinin, Erika üstünde kurduğu hakimiyete ve Erika’nın cinsel kimliğinin bile annesi tarafından şekillendiğine dair ipuçları barındırır. Böylece tüm bunlar Erika’nın annesinin Erika’nın mahremiyetini hiçe saydığının ve Erika’nın cinselliğini bile kendi kontrolü altında tutmaya çalıştığının göstergesidir. Belkide filmin ilerleyen sahnelerinde göreceğimiz Erika’nın sadomazoşist cinsel zevklerinin altında yatan neden, Erika’nın cinselliğinin annesi tarafından sürekli baskılanması.

Erika Kohut
Erika Kohut | Fotoğraf: Pinterest

Ayrıca Erika’nın aldığı yeni elbiseye annesinin bu kadar tepki göstermesinin altında yatan neden, boşuna para harcamaya gösterdiği tepkiden çok daha fazlası. Erika o elbiseyi alarak, annesinin Erika’yı ve kendisini hapsettiği  dünyaya yabancı bir şey sokmuştur. Belki de annesini en çok kızdıran fikir budur. Tüm bu kargaşanın sonunda, annesi Erika’nın elbisesini yırtar. Bu olaydan sonra Erika’nın annesine şiddet gösterdiğini görürüz. Bu sahne seyircinin şiddet ile Erika’yı ilk kez yan yana gördüğü sahnedir. Erika gündelik hayatında takındığı o maskeyi çıkarmıştır ve vahşi yönüyle annesinin ve seyircinin önünde durur. Bu sahneye Jung’a göre bakarsak: ”gölgenin dışa vurumu” (insanın bastırdığı vahşi ve hayvani yön), Freud’a göre bakarsak: ”id’in dışa vurumu” olarak betimleyebiliriz.

Erika’nın aile ilişkisi üstünde durmak, filmin ilerleyen sahnelerini anlamak konusunda önemli bir role sahip. Çünkü psikoseksüel teoriye göre; insanların kişilik gelişimi çocukluk yaşlarından şekillenir. Özellikle genital dönemde artık çocuk yetişkin kimliğini inşa etmeye başlar ve kendi cinselliğini keşfeder. Bu dönemin çocuklar için iyi geçmesi, çocuğun annesi ve babası ile kurduğu ilişkisine ve o dönemde anne ve babanın çocuğa gösterdiği tutuma bağlıdır. Eğer bu dönemi çocuklar sağlıklı bir şekilde atlatamazsa, ileride cinsel kimliğinde bazı sorunlar ve kişilik problemleri yaşayabilirler.

Erika Kohut
Erika Kohut | Fotoğraf: Pinterest

Daha önce dediğim gibi Erika baskıcı ve kontrolcü bir anneyle büyür ve babası hakkında her ne kadar bilgimiz olmasa bile akıl hastanesinde yattığını ve orada öldüğünü biliyoruz. Bu bilgileri düşünürsek, Erika’nın destekleyici ve otoriter bir baba ile büyümediğini varsayabiliriz. Tüm bu durumlar psikoseksüel teoriye göre; Erika’nın şu an sahip olduğu sadomazoşist kimliğinin nedenleri olabilir. Çünkü Erika yetişkinlik ve cinsel kimliğinin oluşma evresinde baskıcı, kuralcı ve sinirli bir anne ile hep baskılanmış ve belki de en çok ihtiyacı olduğu dönem sağlıklı bir baba-kız ilişkisi kuramamış…

Erika Karakterine ”Jungyen” Bir Bakış

The Piano Teacher filminde karşımıza iki adet Erika çıkar. Bu iki farklı Erika’yı Analitik Psikoloji’nin kurucusu Carl Gustav Jung’ın psikoloji bilimine kazandırdığı iki kavram ile açıklayacağım. Bir tanesi Erika’nın personası yani topluma kendini lanse ediş şekli olan, mükemmeliyetçi bir piyanist ve öğrencilerine piyano dersi veren katı ve kuralcı profesör; diğeri de Jung perspektifine göre gölgesi yani takıntılı, sadomazoşist cinsel zevkleri olan fakat bu cinsel arzusunu hep bastırmaya çalışan ve bazen de cinsel arzuyu kendine zarar vererek ya da porno izleyerek tek başına dışarı vurmayı deneyen ama bunu yaparken bile gizli ve her an tetikte olarak yapan bir kadın. Aslında Erika’nın aile ilişkisi ile bu sadomazoşist cinsel takıntılarını düşününce piyano çalmak belki de Erika’nın The Piano (1993) filmindeki Ada McGrath gibi kendini dış dünyaya ifade etme şeklidir diyebiliriz diye düşünüyorum.

Erika & Walter
Erika & Walter | Fotoğraf: mediabiz.de

Zaten Erika’nın piyano çaldığı sahnelere bakarsak, Erika’nın hayatı algılama şeklinin yatay düzlemden dikey düzleme doğru geçiş yaptığını görebiliriz. Nasıl mı? Yatay düzlem yani bilinçli ve planlı eylemlerimizi yüzeysel bir şekilde ortaya çıkardığımız düzlemdir. Yatay düzlemde yaptığımız eylemle ya da beş duyumuz ile algıladığımız şeyle bütünleşmeyiz. Her şey çok daha yüzeysel ve olması gerektiği gibidir. Fakat dikey düzlemde yüzeysel bir algılamadan çok daha fazlası vardır. Hayatı dikey düzlemde yaşamak, yapılan eylemle ya da beş duyu ile algılanan şey  ile bütünleşmektir. Anın içinde kaybolmak ve o anın bilinçaltımızı aktive etmesidir…

Eğer yatay düzlemde ve dikey düzlemde hayatı algılama konusu ilginizi çektiyse daha detaylı bilgi edinmeniz için Sevgili Nihan Kaya’nın ”Yatay ve Dikey / Yazma Cesareti” videosunu izlemenizi tavsiye ederim. İşte filmde Erika’yı hep toplum içinde kendini isteklerini baskılarken, olmadığı biri gibi davranırken ve hep tetikte görürüz. Fakat bu durum piyano çalarken farklıdır. Piyano çalarken Erika o eylemin içinde kaybolur. Belki de Walter ile tutkulu ama bir o kadar da birbirlerine zarar veren ilişkiye başlamalarının nedeni aynı dikey düzlemle karşılaşmış olmalıdır. 

Ya da daha freudyen bir açıdan bakarsak, Erika’nın mükemmeliyetçi bir piyanist olmasının altında yatan neden savunma mekanizmalarından biri olan süblimasyon (sublimation) ile temellendirilebilir. Savunma mekanizmaları, bireyin onu rahatsız eden ya da toplum tarafından kabul edilmeyen ve ortaya çıktığı taktirde bireyin toplum tarafından ötekileşmesine neden olacak düşünceleri bastırmak için farkında olmadan ürettiği psikolojik stratejiler, düşünce kalıplarıdır. Erika’nın piyano çalmasının altında yatan motivasyon da savunma mekanizmalarından biri olan süblimasyon (sublimation) olabilir. Çünkü süblimasyona göre; insan toplumsal olarak kabul edilemeyen düşüncülerin ve arzuların meydana getirdiği enerjiyi, toplumsal olarak kabul edilen eylemlere aktarmaktır. Belki de Erika’nın mükemmel bir seviyede piyano çalmasının altında yatan neden, Erika’nın toplum ve annesi tarafından kabul görmeyen ya da kabul görmeyeceğini düşündüğü libidol enerjisini piyanoya aktarmasıdır.

Erika & Walter İlişkisi

Filmde Erika’nın kullandığı tek savunma mekanizası süblimasyon değildir. Bir diğeri de ”Karşıt Tepki Kurma” (Reaction Formation) diye düşünüyorum. Bu savunma mekanizmasında, kişiler sahip oldukları duygu, düşünce ve arzuları reddettiği gibi, sahip oldukları duygu, düşünce ve arzulara sahip birini görünce ya da o bileşenler ekseninde davranan birini görünce o kişiye karşı öfke ve geri çekilme hisseder. Bu durumun en net şekilde karşımıza çıktığı sahne Erika’nın bir öğrencisini, playboy dergileri bakarken görmesi ve ardından çocuğa derste: ”Bach’ı Beethoven’la aynı şekilde yorumluyorsunuz, Beethoven’ı da tüm diğerleri gibi. Başka bir motivasyonunuz yoksa bir striptiz kulübünde piyano çalın ve vaktimi daha fazla harcamayın.” demesidir. Peki nedir Erika’yı bu kadar kızdıran?

Aslında Erika’nın  seks shop’a gittiğini, porno izlediğini önceki sahnelerde görüyoruz. Fakat Erika tüm bunları huzursuz bir şekilde yapıyor. Çünkü evde annesi, dışarıda toplum hatta bir noktadan sonra kendisi bile cinselliği onun için tabu haline getiriyor. Belki de Erika’nın öğrencisine karşı gösterdiği bu tepki, annesinin ve kendisinin kendi cinselliğine gösterdiği sert tepkinin bir yansımasıdır.

Erika Kohut
Erika Kohut | Fotoğraf: Pinterest

Filmde düşünülmesi gereken bir diğer önemli nokta da Erika’nın Walter ile yakınlaşmasından önce saçlarını sürekli topuz yapmasıdır. Bu durumu küre şeklinin psikanalizdeki yerini düşünerek anlamlandırabiliriz. Küre şekli, psikanaliz açısından baktığımız zaman kadın cinselliğini daha doğrusu cinsel kimliğinin oluşumunu temsil eder. Yani Erika gündelik hayatında her ne kadar toplumun değerlerine uygun şekilde de görünse, tüm o bastırılmış duyguları, cinsel arzuları onunla beraberdir. Belki de Erika’nın bastırdığı cinselliği, toplum tarafından kabul görmeyeceğini düşündüğü sadomazoşist cinsel arzuları, metoforik bir şekilde Erika’nın topuzunda beden bularak seyircinin karşısına çıkar…

Burada önemli noktalardan biri de Erika’nın Walter ile seviştikten sonra saçını topuz yapmamaya başlaması olabilir. Belki de Erika bastırdığı cinsel arzularını ilk defa bu kadar net şekilde dışa vurmuştur ve bir ortamda cinsel kimliğini bastırmadan var olmuştur. Dahası Erika’da gözlemlediğimiz tek değişim bu değildir. Önceleri hep soluk renkler giyen Erika’nın, Walter’la tanıştıktan sonra Erika’nın üstünde kırmızı renkli kıyafetler ve aksesuarlar görmeye başlıyoruz. Kırmızı rengi sinemada aşkı, tutkuyu, gücü ve tehlikeyi temsil eder. Zaten Walter ve Erika’nın ilişkisini incelediğimiz zaman kırmızı renginin sinemada temsil ettiği bu kavramları bulmak mümkün. Yani Erika artık aşkın, gücün ve tehlikenin olduğu bir döneme girmiştir.

Erika & Walter
Erika & Walter | Fotoğraf: Pinterest

Fakat Erika ile Walter’ın ilişkisi, Walter Erika’nın sadomazoşist cinsel zevklerini öğrendikten sonra kaotik bir döneme girer. Erika’nın şiddet temelli isteklerini kabul etmeyen ve bu istekleri yüzünden Erika’ya hakaret eden, onu aşağılayan Walter’ın, filmin sonunda Erika’ya cinsel ve fiziksel şiddet uygulaması da ironik ve kabul edilemezdir. Belki de Walter’ın Erika’yı bu kadar aşağılamasının altında yatan neden Erika’da kendi vahşi ve ilkel kimliğini görmesidir. Bu hikayede aslında insanın ilkel benliği ile idealize ettiği benliğinin gündelik hayatta nasıl savaş içinde olduğunu zaman zaman Walter üstünden net bir şekilde görülür.

Filmin Sonu

Hikayenin sonunda Erika’nın bıçağı sakin bir şekilde kalbine saplayarak, piyano resitalinden ayrılması içindeki tüm o yıkıcı gücü ve şiddeti kendine çevirdiğinin göstergesidir. Peki Erika bunu neden yapar? Walter’a acısını göstermek için mi? Yoksa artık kendinde direnecek gücü bulamadığı için mi? Çünkü Erika o bıçağı piyano çalmak için sahneye çıkmadan hemen önce kalbine saplamıştır, oysa piyano onun kendini ifade ediş şekli, kendine oluşturduğu güvenli kimliği değil miydi? Belki de Erika artık kendini ifade etmekten ve anlam arayışından vazgeçmiştir ve o bıçakla bedenini değil, toplumdan ve annesi tarafından kabul görmek için yarattığı kimliği öldürmüştür. Bu soruların net cevabı var mı bilinmez ama biz her ne kadar ölümü bir yok oluş olarak yorumlasak da aslında son sahnede Erika, annesinin uzantısı olmaktan kurtulup bağımsızlığına ulaşır…

Kapak Fotoğrafı: qwipster.net

İlginizi Çekebilir: Ezgi Cenk’ten In the Mood for Love