The Platform 2: Yönetmen ve Oyuncularla Sohbet
Bazı filmler ve diziler zihnimde, pandemi dönemi ve karantina günleriyle özdeşleşmiş durumda. Bunlardan biri de, yüzlerce katlı bir çukurun katlarındaki ikişerli hücrelerde tutsak tutulan insanların aşağı doğru inen bir platformdaki yiyecekleri bölüşmek zorunda olduğu o korkunç distopyayı yaratan The Platform. Netflix, pandemi dönemindeki en başarılı yapımlarından olan bu film için bir devam filmi, daha doğrusu bir öncül film yaratmakta gecikti bile… The Platform 2’yi, yönetmeni ve ortak senaristi Galder Gaztelu-Urrutia ve oyuncuları Milena Smit ve Hovik Keuchkerian ile konuştuk.
İlk film The Platform, herkesin pandemi sırasında aynı şeyleri kolektif olarak izlediği ve çevrimiçi olarak tartıştığı o karantina günlerini hatırlatıyor bana. Pandeminin filmin başarısını ne ölçüde etkilediğini düşünüyorsun?
Galder Gaztelu- Urrutia: Açıkçası filmlerin neden tuttuğunu hiçbir zaman anlamıyorum. 2019’da filmin prömiyerini Toronto Film Festivali’nde yaptığımızda, oradaki herkes bize filmi göstermek için mükemmel zamanın o olduğunu söylemişti; sonra film 2020’de, pandemi sırasında Netflix’te gösterildiğinde de mükemmel zamanın o olduğunu söylediler. Bana göre The Platform ve The Platform 2 gibi filmleri göstermek için her zaman doğru zamandır çünkü bu filmler insanlık dünyada var olduğundan beri süregelen tartışmaları gündeme taşıyor. Böylesi evrensel tartışmalarla güncel bir ortamda yüzleşmesi bence filmin başarılı olmasındaki en büyük etken.
İlk filmi yaptığın dönemde ikincisi hakkında düşünmeye başlamış mıydın? İkinci filmin bir öncül film mi yoksa devam filmi mi olacağına nasıl karar verdin?
Galder Gaztelu- Urrutia: Zamanla bu evreni genişletmemiz gerektiğini düşündük, Netflix de buna sıcak baktı. [İlk filmin de senaristleri olan] Pedro (Rivero) ve David (Desola) ile bir araya gelip senaryoyu düşünmeye başladık ve sonra Egoitz Moreno da bize katıldı. Her birimiz kendi fikirlerimizi ortaya koyduk ve oyladık. Pedro’nun fikrini seçtik; bu da nihayetinde ilk filme ulaşacak bir öncül film yapmaktı. Bu bir devam filmi değil çünkü ilk filmin öncesinde geçiyor fakat aynı zamanda saf bir öncül film de değil; ilk filmden önce başlayan bir ön bölüm gibi düşünebilirsin. The Platform 2’nin ilk filme ulaştığı bir zaman geliyor ve iki film aslında tam olarak aynı noktada bitiyor. Bunun ilginç bir şey olduğunu düşünüyorum çünkü iki filmin bir arada var olduğu bir zaman dilimi var.
Tüm distopya hikayeleri gibi bu film insan doğasının karanlık yönlerini açığa çıkarıyor. Ama bence ilk film daha çok karakterlerin kişisel meseleleriyle ve ikili ilişkileriyle ilgiliydi. The Platform 2 ise daha çok grup psikolojisi ve insan topluluklarının kolektif eylemleriyle ilgili. Buna katılıyor musun?
Galder Gaztelu- Urrutia: Evet, ilk film bu anlamda daha basitti. İkinci filmde ise evrenin uzantılarından biri olarak iki grup yarattık. Bunlardan biri açıkça bireyci ve üstünlükçü olmaktan gurur duyan bir grup. Diğeri ise sahte bir kolektivizm düşüncesine sahip, dayanışma denetimi ile işleyen fakat aslında yaptıkları tek şey özel mülkiyeti korumak olan bir grup. Çukurda özel mülkiyet, çukura girerken seçtiğimiz yemekle tasvir ediliyor. Çukurda hayatta kalmak için iyi bir yemeğiniz olması gerekir ve bu liyakat sistemiyle yürüyen bir şey değil. Biliyorsun, o yemeği ne için seçtiklerini bilmeden seçiyorlar. Tabaklarında başka şeylerin yanında en sevdikleri yemeğin de olacağına inanıyorlar. Her gün yiyebilecekleri tek şeyin o olduğunu bilmiyorlar.
Sen ne seçerdin?
Galder Gaztelu- Urrutia: Ben düşünene kadar sen cevap ver.
Bilmem ki… Sanırım etli bir sosu olan bir makarna en mantıklısı olurdu.
Galder Gaztelu- Urrutia: İyi bir yanıt. Ya da belki kıymalı mercimek. Hayatta kalmana yardımcı olabilecek bir seçim olurdu.
Son olarak, üçüncü bir film olacak mı?
Galder Gaztelu- Urrutia: Henüz bilmiyoruz, izleyiciye ve bu filmi nasıl karşılayacaklarına bağlı. İyi bir sonuç alırsak büyük ihtimalle devam etmek isteriz. Fikirlerimiz var, daha fazla sorularımız var. İzleyicileri dahil etmek istediğimiz tartışmalar var. Sosyopolitik durum hakkında konuşmalarını ve cevaplar üretmelerini istiyoruz. Ve tabii çukurun kim tarafından, ne zaman, nerede ve neden kazıldığı sorusuna da cevap vermek istiyoruz.
İlk film The Platform pandemi döneminde popüler olmuştu. Siz pandemi sırasında ne durumdaydınız ve bu filmi izlediğinizdeki psikolojiniz nasıldı, hatırlıyor musunuz?
Milena Smit: Ben de filmi karantina sırasında izleyenlerdenim. Sanırım yayınlandığı gün ya da hemen ertesi günü izlemiştim. Psikolojik durumum berbattı, insanların büyük kısmı gibi. Açıkçası kendimi daha iyi hissetmeme pek yardımcı olmadı ama yine de hayata devam etmemi sağlayan ve beni düşündüren bir film oldu. O dönemde deneyimlediklerimizle ilişkili metaforlar kurdum. Bu yeni projenin senaryosu geldiğinde de karantina sırasında bu kadar viral olan bir filmin parçası olacak olmanın harika bir fırsat olduğunu düşündüm. Filmi yaparken de çok keyif aldık.
Hovik Keuchkerian: Dürüst olmak gerekirse o dönemde filmi izlemedim. Tüm dünya orada olsa da ben duygusal olarak o ruh halinde, o yerde değildim.Bulunduğunuz seviyeye göre yemeklerin tükendiği ve zorla tutulduğunuz bir yerle ilgili bir film izlemek yapmak istediğim son şeydi, anlatabildim mi? Filmi anında pas geçmem için sadece Netflix’teki kartına bakıp özetini okumam yetmişti. Ama sürekli karşıma çıkıyordu: “Hayır! Seni izlemeyeceğim!”. Tabii ki filmin, üstelik bir İspanyol filminin dünya çapında bir fenomene dönüştüğünün farkındaydım. İkinci film için senaryo bana ulaştığında hemen izledim. Birçok soru soran, birçok şeyi anlamaya yönelten bir film. Milena gibi ben de The Platform 2’nin bir parçası olmanın bana verilmiş büyük bir hediye olduğunu düşünüyorum.
Milena, filmdeki karakterin hakkında ve ilk filmdeki Goreng’den nasıl ayrıştığına dair neler söyleyebilirsin?
Milena Smit: Karakterimin hikayesi film boyunca anlatılıyor. Çukura girme nedenini, çukurun dışındaki hayatının nasıl olduğunu yavaş yavaş öğreniyoruz. Sanatçı biri, şeyleri kontrol etmeyi ya da hedeflerini dayatmayı seviyor. Dolayısıyla bu karakteri inşa edebilmek için senaryoda bir temelim vardı. Bu karakteri önce oyuncu koçumla çalıştık, ardından Galder ile cilaladık. Çekimler boyunca beni şaşırtan bir karakterdi, kendi içinde evrim geçiriyordu. Kronolojik sırayla çekim yaptığımız için şanslıydık. Bu nedenle de karakterin daha sonra vereceği kararların olduğu belirleyici sahnelerin çoğu çekilnişti ve bir sonraki sekansa yönelik tüm yaklaşımımı değiştirecek şeyleri çoktan hissetmiştim. Karakterin kontrolü sanki bende değildi, kendi kendine evriliyordu. Onun Goreng’le çok farklı olduğunu düşünüyorum. Çok farklı durumlarla karşı karşıya kalıyor, çok farklı kararlar alıyorlar. Öte yandan ikisi de kendi bakış açılarına göre, işleri en doğru olduğunu düşündükleri şekilde yapmaya çalışan insanlar.
Hovik; Zamiatin, ekran süresi çok fazla olmasa da ön plandaki karakterlerden biri ve film boyunca önemli bir dönüşüm geçiriyor. Bu karaktere ve geçirdiği dönüşüme nasıl hazırlandın?
Hovik Keuchkerian: Senaryodaki Zamiatin böyle değildi. Saçsız, kocaman bir adam değildi. Saçları vardı ve bu adam kadar şişman tasvir edilmemişti. Senaryoyu okuyup karakter üzerine çalıştıkça bana büyük, kocaman, devasa bir bebek gibi geldi. Bir tarafta fiziksel olarak onu inşa etmek vardı ama diğer yandan onu gerçekten anlamalıydım. Senaryoyu ilk okuduğumda Zamiatin’in bir anda kaybolduğunu gördüm. Büyük filmin içinde küçük bir film gibi… Korkak, yalancı, kendi zihninde yarattığı dünyada yaşayan bu adamla bir ilişki kurmam gerekiyordu. Sonra onun hayatında ilk kez gerçeklerle yüzleştiğini, hayatında ilk kez doğru şeyi yaptığını ve tüm bunların bu kadınla kurduğu ilişkisi nedeniyle olduğunu anladım.
The Platform hakkındaki “Kapitalizm Sofrası” başlıklı incelememi buradan okuyabilir, The Platform ve The Platform 2’yi Netflix’te izleyebilirsiniz..
İlk yorumu siz yazın!