Güçlü Kadınların Şeytanileştirilmesi: The VVitch / Witch
31. Sundance Film Festivali’nden ‘En İyi Yönetmen’ ödülüyle dönen Robert Eggers’ın ilk filmi “The VVitch: A New-England Folktale” (The Witch) halk hikâyelerini ve püriten mezhebini doğaüstü öğelerle aynı potada eriterek ezber bozan bir korku-gerilim filmi olarak karşımıza çıkıyor. Şimdiden bu janrın klasiklerinden biri olarak anılmaya başlanan film, 17. yüzyıl ortalarında dini görüşleri ve inanç yapıları sebebiyle toplumdan sürülen bir ailenin tekinsiz bir ormanın yakınlarında küçük bir çiftliğe yerleşmesiyle vuku bulan garip olayları ve bu ailenin süreç içerisinde yaşadıklarını konu ediniyor.
Filmle ilgili konuşmaya başlamadan önce dikkat çekilmesi gereken belki de en büyük nokta, filmin ismi. Filmin pazarlamasında, fragmanlarda ve birçok makalede yazıldığının aksine orijinal ismi ‘The Witch’ değil, ‘The VVitch: A New-England Folktale’. Başlığın altında yer alan ‘Bir Yeni-İngiltere (Amerika) Halk Hikâyesi’ ibaresi, filmin daha iyi okunabilmesi ve kafaları oldukça karıştıran finaline açıklama getirebilmek adına kilit bir nokta olabilir.
(Bu yazı, filmin bir nevi analizi olmaya niyet ettiği için tabii ki de asgari düzeyde sürpriz bozan içermektedir.)
The VVitch: A New-England Folktale’i daha iyi inceleyebilmek adına çok katmanlı yapısını parçalara bölebiliriz. Gerek yurt dışında gerek ülkemizdeki festivallerde gösterildiğinde farklı reaksiyonlara sebebiyet veren ve kafaları bir miktar karıştıran hikâye anlatımında irdeleyebileceğimiz üç ana tema bulunuyor: Din, doğaüstü güçler ve mit. Fragmanlarda ve pazarlamada kullanılan görseller doğrultusunda sıradan bir seyirci olarak filmin, ormanda yaşayan bir cadının terörize ettiği aile hakkında bir hikâye anlatacağını zannedebiliriz; fakat metnin çok daha farklı bir amacı olduğunu anlamak için ilk 1 saati midemize kramp girmeden devirmemiz gerekiyor. Eggers, doğaüstü öğeleri asgari düzeyde kullanıp filmin atmosferini, aile fertleri arasında giderek tırmanan gerilimin ve din-insan arasındaki çatışmanın üzerine kurmayı tercih ediyor. Finale yaklaştıkça ise, bu doğaüstü öğeleri ve cadı kavramını tekrar devreye sokarak şaşırtıcı bir yol çiziyor. İlk bakışta tutarsız gibi gözüken ve bu yönde eleştirilere maruz kalan The VVitch, aslında daha açılış sahnesinden itibaren bu yolun haritasını çiziyor bizlere. Dönemin Yeni-İngiltere’sinde yaşanan dini çatışmaların ve kadınlara karşı tutunulan tavrın nasıl yozlaşarak bir mite dönüştüğünü yine aynı mit içerisinde bir halk hikâyesi olarak anlatmayı tercih ediyor. Tanık olunmayan tarihi olayların nasıl mitleşerek birer korku unsuru hâline geldiğini anladığımız takdirde çok yönlü yapısına daha tutarlı bir bakış açısıyla yaklaşabiliyoruz.
İlk ve belki de en çok yüzeye yakın duran katmanda din olgusu dikkat çekiyor. 17. yüzyılda I. Elizabeth’in İngiliz Kilisesi’nde başlattığı reform hareketlerine karşı oluşan, kendi inançları doğrultusunda saflığı ve bağlılığı arayan bir ibadet şeklini benimseyen püritenler ile ilgili tarihten bu yana en çok konuşulan nokta ise aile yapısı. Çocukların doğuştan günahkâr ve ehlileştirilmesi gereken varlıklar olduklarına inanan bu ailelerde, çocuklara sevgi göstermek yasak iken dini ve ahlaki eğitim ön planda geliyordu. Filmin başındaki mahkeme sahnesinde hangi inançlar ve gerekçeler neticesinde toplumdan kovulduklarını açıkça öğrenemesek de gelişen olaylar ışığında farklı formda püriten bir aile yapısını izlediğimizi söyleyebiliriz. Şefkatten bir hayli uzak, katı kuralların ve ağır bir dini baskının olduğu bir ailede her bir ferdin giderek nasıl günahkâr olduklarına şahitlik ediyoruz. Bu bağlamda Yorgos Lanthimos’un Dogtooth’u ile uzaktan bir akrabalık kuran The VVitch, küçük bir aile üzerinden ideolojilerin nasıl birer yaşam unsuru hâline geldiğine ve aynı zamanda yıkıcı etkilerine odaklanıyor. Cinsel dürtüleri yeni yeni gelişen Caleb’in ablasına duyduğu cinsel haz, karısına yalan söyleyen ve kızını bu yolda feda eden William, şeytani tekerlemeleri ile püriten yapıya zarar veren ikizler ve final perdesinde ruhunu bu yolda satan Thomasin ile birlikte bu yapının birer birer yıkılışını izliyoruz. Yazar-yönetmen Eggers ise her bir günahın temsilini, Adem’e atıf yasak elma ve maskülenliğin yıkılışı odunlar gibi ince metaforlar üzerinden ilmek ilmek işliyor.
Bu noktaya kadar gördüğümüz her şeyi bir şekilde bir din eleştirisi ya da alegorik bir anlatım çerçevesine sığdırabiliyorken, yazının başında da bahsettiğim gibi film tekrar yönünü değiştiriyor ve minimal düzeyde tuttuğu şeytani varlıkları daha etkili bir şekilde merkezine alıyor. İkinci tema olarak da buradaki doğaüstü güçlerden bahsedebiliriz. Eggers’ın bizzat o döneme ait metinlerden ve halk hikâyelerinden ilham alarak oluşturduğu senaryo, 17. yüzyıl cadı ve büyücülük hikâyelerine de ışık tutuyor. Karanlık ormanlarda yaşayan, uğursuzluk getirdiği ya da insanları lanetlediği gerekçesiyle toplumdan sürülen ve çocukların kanıyla beslenerek uçma yetisi kazanan bu kadınlar (çoğunlukla) ruhunu şeytana satmış kişiler olarak görülüyordu. Salem dönemi davalarını hatırlatan bu başlangıç, yine din olgusu ile paralel ilerleyerek anlamlandırılamayan şeylerin doğaüstü güçlere atfedilmesi olarak da okunabilir. Filmde de ilk olarak vaftiz edilmemiş (din koruması olmayan) Samuel’in kaçırılışını ve vahşice katledilişini izliyoruz. Sonrasında ise sözde ahlakın en önemli yeri tuttuğu bir toplum biriminde, şehvetine yenik düşen çocukların sonu o birimin de parçalanmasına sebebiyet veriyor. Yine bu halk hikâyelerinden esinlenilerek filme uyarlanan keçi, tavşan ve kuzgun gibi hayvanların da şeytani olduklarına inanılıyordu. Halk hikâyelerinin tüm bileşenlerini tutarlı bir düzeyde harmanlayarak bir anlatı yaratan Eggers, bir röportajında küçükken lanetli ormanlarda yaşayan cadıların varlığına gerçekten inandığını ve bu hikâyenin mutlaka bir korku filmine evrileceğinden emin olduğunu belirtiyor. Bu noktada ise, bir cadı korkusu anlatmak isteniliyorsa cadı karakter(ler)i neden nispeten arka planda kalıyor ve katarsis anı için neden gereğinden fazla bekleniliyor gibi sorular sorulabilir. Ki bu katarsis anından ortaya çıkan doğaüstü güçlerin varlığı, tam da seyirci bunu inkâr etmek üzereyken, aynı zamanda din eleştirisini de çürütmüyor mu? İşte bu noktada üçüncü ve belki de filmi iki uca da bağlayan mit temasından bahsetmek gerekiyor.
Folktales, Türkçe karşılığı ile halk hikâyeleri, bizim kültürümüzde de bulunan ve yıllar boyu sözlü anlatımla varlıklarını sürdüren bazı tarihi olayların doğaüstü unsurlarla birleştirilerek anlatıldığı uydurma hikâyelerdir ve modern çağda genellikle çocukları korkutmak için kullanılır. Anlatılan hikâyelerin ise gerçek bir tanığı yoktur ve dilden dile dolaşarak farklı boyutlara taşınıp günümüzdeki şeklini almıştır, yani bir mit hâline gelmiştir. Yazının başında filmin ismindeki ek ibarenin oldukça önemli olduğundan bahsetmiştim. Yönetmenin filmine ‘folktale’ şeklinde bir isim eklemesi bir noktada çelişkili gözüken yapısını da açıklığa kavuşturuyor. Film boyunca izlediğimiz olayların hiçbirinin gerçek bir görgü tanığı yok. Her şey aile fertleri arasında gerçekleşiyor ve gördüğümüz doğaüstü unsurları bizler de tıpkı korkutulmak istenen çocuklar gibi dinliyoruz. Thomasin’in başından beri bir kötü bir karakter olduğunu söylemek belki zor; fakat yapmadım dediği tüm şeyleri yapmadığından da emin değiliz. Hem Caleb’in cinsel dürtülerinin farkına varması hem de yaşadıkları eski hayatı hatırlayan tek çocuk olarak isyanın eşiğinde olması gayet açıklanabilir kapılar açıyor. Tıpkı tarihte yaşanan cadı vakaları gibi ruhunu şeytana satmakla suçlanması ve sonunda toplum tarafından aforoz edilmesi ise tarihin bir tekerrürü adeta. Yani aslında yazar-yönetmen Eggers, din ve toplum baskısı altında ezilen bir kadının isyanı ile sonuçlanan bir toplum trajedisini tıpkı bir halk hikâyesi gibi fantastik öğelerle süsleyerek o dönemin nabzını tutuyor. Şimdilerde doğaüstü korkunç hikâyeler olarak anlatılan mitlerin, tarihte nasıl şekillendiğine ışık tutarak bunu bir halk hikâyesi formatı içerisinde yediriyor. Geçmişte cadı kavramının kadınlarla bağdaştırılması boşuna değil. Dayatmalara ve ataerkil düzene kafa tutan, cinsel gücü elinde tutan kadınların cadı olarak yaftalanması, modern çağda da tanık olduğumuz bir durum. Eggers’ın baskılar ve dini dayatmalar doğrultusunda yavaş yavaş toplumsal normların dışına taşan (filmde ise aile yapısının) genç bir kadının günümüzde nasıl bir cadı hikâyesi olarak resmedildiğini anlatıyor A New-England Folktale’da. Bunu yaparken de tüm cadı-peri hikâyelerinde gördüğümüz ve doğaüstü öğelere gerek olmadan da mantıklı bir çerçeveye oturtulabilecek bir trajedinin, zehirli elma/kırmızı başlık/ölü kuş/şeytani keçi gibi unsurlarla süsleyenerek topluma karşı çıkarılan isyanın nasıl lanetlendiğini resmediyor.
Filmin bu birçok okumaya açık ve göründüğünden bir hayli komplike olan hikâye anlatısını destekleyen en önemli unsur ise teknik meziyetleri. Neredeyse tamamı doğal ışık ve oldukça gri bir renk kartelasında çekilen ve minimal bir prodüksiyon tasarımı ile sunulan film, Eggers’ın set tasarımcısı geçmişini de yanına alarak dönemin ruhunu ve halk hikâyelerinin tekinsiz atmosferini tam ayarında yakalıyor. Nispeten ağır bir akışta ilerlese de her bir sonraki sahnede tansiyonu daha da yükselten gerilimi ve yerinde patlama anlarıyla kurgu anlamında da hikâyenin odağına sadık kalıyor. Bir başka parantez ise oyuncular için açılmalı. Eggers, yine tiyatro ile olan geçmişinin de verdiği özgüvenle metinde o dönemin dilini kullanarak oldukça riskli bir işe girişiyor ve bu noktada oyunculara çok zor bir görev düşüyor. Daha önce de birçok kez örneğini gördüğümüz gibi, eski İngilizce’yi konuşarak doğal bir oyun ortaya koyabilmek ve seyirciyi bu dile ikna edebilmek hiç de kolay bir iş değil. Nitekim beyazperdenin çok da aşina olmadığı oyuncuların seçilmesi de bu noktada filmin lehine işlemiş. Zira kadrodaki tüm oyuncular müthiş bir soğukkanlılıkla seyirciyi bu hikâyenin geçtiği dönemden bir an olsun koparmadan takdire şayan oyunlar ortaya koyuyor. Özellikle genç oyuncular Anya Taylor-Joy ve Harvey Scrimshaw, zor bir lisana ve yer yer grotesk sahnelere rağmen kilit rollerinin hakkını fazlasıyla veriyor.
Son tahlilde; The VVitch: A New-England Folktale, cadı ve büyücülük hikâyelerini dine dayalı toplumsal bir eleştiri tabanına oturtarak salt bir korku filmi olmaktan çok daha fazlasını sunarken tüm metinsel başarısını teknik meziyetleri ve oyuncu performansları ile harmanlayarak bu janrda çok rastlamadığımız türden bir başarıya imza atıyor. Filmin tüm eleştirel bakış açısının ve doğaüstü unsurların tasvirinin yanı sıra çok katmanlı bir hikâye anlatısı oluşturarak seyirciyi hazırlıksız yakalaması ve her izleyişte farklı kapılara açılan okumaları ile daha da değerli bir hâle geliyor. Kamera arkasındaki daha ilk deneyimiyle çıtayı hayli yükselten ve bu başarısını Sundance’ten büyük bir ödülle de taçlandıran yazar-yönetmen Robert Eggers’ın şimdiden heyecan verici filmografisinin ilk meyvesi The VVitch, sinematik hafızalardaki yerini çoktan aldı ve uzunca bir süre de orada kalacağa benziyor.
IMDb Puanı: 6.8/10
İlk yorumu siz yazın!