Uzun cümleler kurmayı çok seviyor ama şu cümlenin onu çok iyi özetlediğini düşünüyor: “I like words, movies and art.”
Yapmayı en çok sevdiği üç şey yazmak, film izlemek ve listeler yapmak.
Sabancı Üniversitesi Üretim Sistemleri Mühendisliği Programı ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Yönetimi Yüksek Lisans Programı mezunu.
2012’den beri theMagger’ın editörü, aynı zamanda metin yazarlığı ve film programlama ile uğraşıyor, farklı online ve basılı yayınlarda kültür-sanat yazıları yazıyor.
1990’dan beri tüm Oscar adaylarını ve kazananlarını ezbere sayabiliyor, ödül sezonu boyunca ödül sezonuyla yatıp kalkıyor.
Filmleri sinemada izlemeyi, Lego’yu, kahveyi ve kahvaltıyı, bir de zeytinyağlı fasülyeyi seviyor.
Çok sevdiği, içinde büyüdüğü o şehre benzemekten vazgeçen İstanbul’a 30 yıl sonra veda etti, şu anda Chicago’da yaşıyor.
En sevdiğim Broadway müzikali Avenue Q'nun bir şarkısının adı aynı zamanda Schadenfreude 🙂 Her dinlediğimde kahkahalarla gülerim: https://open.spotify.com/track/0fajMX89sy4Z2fGq2GxxHq?si=Q-wagj5ESNKj6LCLRm88Pw
Size ve Edward Hopper ile ilgilenen herkese 2013 yapımı Shirley: Visions of Reality filmini öneririm. Hopper'ın 13 tablosunu canlandıran sahnelerle kurgulanmış bir film. Film olarak beni biraz sıkmıştı ama fikir ve görsellik açısından herkesten tam not alacaktır eminim.
Birkaç yıl önce izleyip bayılmıştım Please Like Me'ye, bittiğine çok üzüldüğüm dizilerden. Şimdi Josh Thomas'ın yeni dizisi başladı - Everything's Gonna Be Okay. İlk sezonu bitti, ikinci sezon onayını aldı. Onu da tavsiye ederim.
Bu sezon, son birkaç bölüm dışında bende beklediğim etkiyi yaratmadı açıkçası. İlk sezonda her bölüm resmen perişan olmuştum, gerçekten psikolojim bozulmuştu. Bu sezondaki o biraz farklı bakış açılarından da bakalım, sadece Hannah'ın suçladıklarını değil başkalarını, hatta Hannah'yı da suçlayalım taktiği bende çok işlemedi. Acaba aldıkları tepkiler nedeniyle biraz yumuşatmaları mı gerekti, yoksa benim mi direncim arttı bilemedim. 🙂
Çok güzel deneyimler hepsi, zevkle okudum! Sami kültürdünden ve Sami halkına yapılanlardan bu kadar etkilendiyseniz "Sameblod / Sami Blood" (2016) filmini izlemenizi öneririm. Dediğiniz gibi, hepsi yaşadığımız ülke ve bölgeden alışık olduğumuz şeyler aslında ama dünyanın en medeni bölgesinde de çok kısa bir zaman öncesinde benzer şeyler yaşandığını görmek beni de şok etmişti.
Bana göre diğer her tarafında çok fazla eksiği, hatası olan ama yine de görsel açıdan kusursuz bir filmdi. Yönetmenin estetik anlayışı gerçekten harika ama bir daha "Drive" noktasına erişebilecek mi bilmiyorum. Ha bir de, şu laf o kadar klişe-olmasına-rağmen-güzel ki tam da filmin kendisi gibi olmuş: "Beauty isn't everything. It's the only thing."
New York'a ne sıklıkla, kaç kere gidersen git her seferinde gördüğün her şey yeni, farklı ve şaşırtıcı olabiliyor gerçekten. Özellikle Whitney yeni binasına taşındıktan sonra Meatpacking ve High Line çevresini ne çok, nasıl değiştirmiştir tahmin edebiliyorum ve ÇOK merak ediyorum. Bu arada fark etmedim değil; Williamsburg'u sevmeyen yazarımız konu sokak sanatı olunca kayıtsız kalamamış. 🙂
Felix van Groeningen müziği o kadar iyi kullanıyor ki, en çok o yönünü seviyorum sanırım. Hele filmleri için silbaştan, gerçekte var olmayan müzik grupları yaratması ve soundtrack'i tamamen bu grubun/grupların parçalarından oluşturması... Eğer izlemediysen Belgica'yı da bir an önce izle!
Macedonian Museum of Contemporary Art dediğin gibi etkileyici bir çağdaş sanat koleksiyonuna sahip olabilir ama açıkçası bu koleksiyonun ziyaretçileri etkilememesi için ellerinden geleni yapmışlar. Hayatımda gezdiğim en kötü düzenlenmiş, en kötü etiketlenmiş, en kötü sunulmuş müzeydi. Kurşun kalemle kağıda yazılıp duvara bantla yapıştırılmış eser isimleri, bilet alınacak yeri bile doğru düzgün okla gösterememiş yönlendirmeler, ziyarete açık olmasına rağmen ışık yanmayan ıssız galeriler, eserlerin arasında duvara dayanmış viledalar... Şimdi bile tüylerim diken diken oldu.
Güzel bir keşif oldu benim için, teşekkürler 🙂