Tiflis: Gürcistan'ın Eski ve Yeniyi Birleştiren Şehrinde İki Gün
Döviz kurları alıp başını gitse de yeni şehirleri, yeni sokakları, farklı kültürleri keşfetmekten geri kalacak değiliz elbet. Bu yüzden de rotamı Eurosuz, vizesiz ülkelere çevirmeye karar verdim ve iki günlük bir Tiflis seyahati planladım! Perslerin, Selçukluların, Bizansın, Emevilerin, Osmanlıların ve Rusların hüküm sürdüğü bir coğrafyada, farklı mimarileri yan yana görmek, aynı caddede cami, kilise ve sinagog ziyaret edebilmek, farklı kültürlerin bir araya gelerek ortaya nasıl güzel bir bütün çıkardığını görmek için ideal bir şehir Tiflis.
Tiflis’e Ulaşım
Gürcistan’ın başkenti Tiflis’e iki buçuk saatlik bir uçak yolculuğuyla direkt gidebiliyorsunuz. Yeni nüfus cüzdanınızla da seyahat edebilirsiniz; ama ben biraz sağlamcı olduğum için pasaportumla gitmeyi tercih ettim. Para birimi Lari ve 1 Lari 2.20 TL ediyor. Ben havalimanında dolar bozdurdum; ancak gördüğüm kadarıyla Türk Lirası da bozuyorlar ve işlemlerden komisyon almıyorlar.
Havaalanından dışarı çıktığınız zaman sırada bekleyen 37 numaralı otobüslerle şehre inebilirsiniz. Otobüs ücreti kişi başı 0.50 Lari ve otobüsteki görevli sizin için bilet kesiyor. Yalnız para bozdururken mutlaka otobüs için bozukluk isteyin çünkü görevli size para üstü veremiyor.
Tiflis’te Gezilecek Yerler
Tiflis’te 1. gün
Tiflis’teki ilk günümde, 45 dakikalık bir otobüs yolculuğundan sonra Avlabari meydanına ve otelim Hotel Garden House’a geldim. Her yere yürüme mesafesinde, temiz ve güvenli bir oteldi, tavsiye ederim. Eşyalarımı bırakıp kendimi şehrin eski kısmına yani Old Tbilisi’ye attım. Eski Tiflis hamamlarıyla meşhur. Zaten şehir de ismini bu sıcak su kaynaklarından alıyor. M.Ö 5. yüzyılda Kral Gorgasal ava çıktığında atmacasını sıcak suya düşmüş olarak bulmuş, çok beğenerek şehri buraya kurmuş ve şehrin adını da “sıcak, ılık” anlamına gelen “Tbilisi” koymuş.
Hamamların arasından geçen yolun sonunda ise bir şelale bekliyordu beni! Bu arada, şehrin belki de en otantik mekanı olan Hamamlar Mahallesi’ndeki Legvi’de bir kahve içmelisiniz. Buradan Kote Afkhazi Caddesi’ni takip ederek Özgürlük Meydanı’na çıktım. Bu cadde bana en keyif veren yerlerinden biriydi, başındaki Meidan Bazaar’dan hediyelik eşya aldım, Linville adındaki Instagram-dostu mekanda yemek yedim, ağaçlar altındaki Coffeesta’da kahve içtim (4 Lari) ve Sioni Kilisesi’ni gezdim. Sameba Katedrali yapılmadan önce Gürcistan’ın ana kilisesi olan Sioni Kilisesi, Gürcüler için en kutsal mekanlardan biriymiş. Bu caddede ayrıca Luca Polare’de dondurma yiyip, Entree’de kahve içmek mümkün. Ayrıca yolu biraz uzatıp Jan Shardeni sokağına girmenizi de tavsiye ederim, çok keyifli bir ara sokak!
Kote Afkhazi Caddesi’nin sonunda, ortasında Aziz John’un ejderhayı öldürme sahnesini canlandıran anıtıyla Özgürlük Meydanı’nı gördüm. Ve bu meydana geldiğinizde bir şeyi fark ettim ki bu şehirde trafik ışığı yok! Buradakiler çılgın trafikte karşıdan karşıya geçebilmek için alt geçitleri kullanmak zorundalar; hasta, yaşlı, engelli ve bebek arabası olanlar için maalesef tam bir eziyet!
Şehirdeki tek can sıkıcı noktayı görmezden gelerek Rustaveli Caddesi’nde yürümeye devam ettim. Gökyüzünü kaplayan görkemli ağaçların altında uzanan bu cadde adını ünlü Gürcü Şair Shota Rustaveli’den alıyormuş. Yol boyunca Ulusal Müze’yi, Güzel Sanatlar Müzesi’ni, Kaşveti Kilisesi’ni, Parlamento Binası’nı, Opera Binası’nı, Modern Sanat Müzesi’ni ve yolun sonundaki Bilim Akademi’sinin heybetli binasını görmek mümkün.
Ben Ulusal Müze‘yi gezmeyi (giriş tam 7 Lari, öğrenci 1 Lari) ve Sakhacapure No 1’de meşhur haçapuriyi tatmayı tercih ettim (8 Lari). Haçapuri, içine yumurta kırılan tereyağlı, peynirli bir pide, bize hiç de uzak olmayan bir lezzet. Küçük boy olanı iki kişi rahat paylaşır, benden söylemesi. Günü bitirmek içinse gençlerin favori mekanlarından olan Lolita’yı tavsiye ederim. Hamburgerden pizzaya, kahveden şaraba kadar geniş bir menüsü, yarı açık güzel bir bahçesi, rahat koltukları ve kesilmeyen wi-fi’yı var!
Tiflis’te 2. gün
İkinci gün kahvaltıdan sonra Gabriadzade Kukla Tiyatrosu’nun önündeki ilginç saat kulesine gittim, maalesef saat başı olan gösteriye denk gelemedim ama Iona Shavteli Sokağı’nı çok beğendim. Daha sonra şehrin simgelerinden biri olan Barış Köprüsü’ne çıktım. Malum Tiflis tarihi bir şehir ve şehrin dokusuna pek de uygun olmayan bir yapısı var bu köprünün. Tasarımına epey bir karşı çıkılmış ama Tiflis’in eskiyle yeniyi birleştiren, tarih ile modernizmi kesiştiren bir şehir olduğunun da altını çiziyor bence.
Köprüden geçtikten sonra, şehri bir de yukardan görmek için Rike Park’tan teleferiğe binerek Narikala’ya çıktım. Turistik bir döneme denk geldiğim için 45 dakika sıra bekledim –ki bence değer. Teleferiğe saat 10.00-22.00 arası binebiliyorsunuz. Tek yön gidiş 2.5 Lari, ayrıca plastik kart için de (metroda ve otobüslerde kullanabileceğiniz) 2 Lari alıyorlar. Şehrin ortasından geçen Kura Nehri’nin üzerinden geçerek, şehrin surlarına çıktım. Burada ünlü “Kartlis Deda” heykeli ile beraber, tüm şehre tepeden bakabiliyorsunuz. Tiflis’in kuruluşunun 1500. yılı olan 1958’de Sololaki Tepesi’ne konulan “Gürcülerin Annesi”, kentin önemli sembollerinden biri. 20 metre yüksekliğindeki, yerel kıyafet giymiş bu heykelin bir elinde dostlara sunmak için şarap, diğer elinde ise düşmana sallamak için kılıç var. Heykelin kadın olmasının bir diğer sebebi de, Gürcülerde anaerkil bir yapının olması.
Heykelin arkasındaki yemyeşil orman ise Botanik Bahçesi. Merdivenleri inmeyi göze alabilirseniz içinizi açacak bir bahçe ile karşılaşıyorsunuz. Benim Tiflis’teki ikinci günümün devamına gelirsek, Narikala’dan yürüyerek tekrar eski şehre indim ve Rustaveli Caddesi’nden “Dry Bridge”e geçerek bit pazarına uğradım. Pazarda satılan ikinci el eşyalardan şehirde yaşanmış Sovyet zamanının hissettiriyordu. Buradan da yürüyerek Davit Agmashenebeli Sokağı’na geçtim, burası artık “Yeni Tiflis” diye geçiyormuş. Alışveriş için dükkanlar, kafeler ve bir diğer meşhur Gürcü yemeği olan hınkalı tattığım Marto Khinkali var. Hınkal, bizim mantımıza benziyor ama avuç içi kadar! Bence her çeşidinden tadın, benim favorim peynirli olan.
Sırada Gürcü Ortodoks Kilisesi’nin ana katedrali olan Sabema Katedrali var. Aslında burası tarihi bir yer değil, yapımı 2004 yılında tamamlanmış. Geniş bahçesine girer girmez heybetiyle sizi kendine hayran bırakıyor, zaten dünyanın en büyük dini yapılarından birisiymiş. Önemli bir tavsiyede bulunayım, doğru ışıkla fotoğraf çekmek için mutlaka akşam üzeri gidin, güneş altın kubbeye vurduğunda muazzam bir görüntü çıkıyor ortaya!
Tiflis’teki son günümde, yağmur nedeniyle planımda aksaklıklar yaşadım ve maalesef Mtatsminda Park’a çıkamadım. Şehrin bir diğer yüksek noktasında bulunan lunapark fikri çok eğlenceli gelmişti ama bu sefer kısmet olmadı. Son günü bitirmek içinse bir diğer popüler mekan Fabrika’ya gitmeyi tercih ettim. Fabrika bir hostel, ama avlusundaki mekanları, iç tasarımı ile dünyadaki çoğu hostella yarışacak bir yer. Benim gibi konaklama için tercih etmeseniz de mutlaka bir akşamınızı ayırın derim. Avlusunda yemeğimi yedim, tasarım dükkanlarını gezdim ve Tiflis’e güzel bir veda ettim.
Bence Batum içinde iki gün ayrımakta fayda var, yılbaşını karşıladığım bu şehirde kendine has özellikleriyle cezbedici. Deniz kıyısında ve özellikle Rus turistlerin cazibe merkezi olmanın avantajlarını kullanıyor diyebiliriz. Kaçapuri bizim çok beğendiğimiz bir yemek oldu, Trabzon'dan Havaş ile ulaşım çok kolay. Giderseniz bizden selam söyleyin o güzel sokaklara.