s6

Üniversiteden henüz mezun olup Shakespeare’e olan hayranlığım doruklardayken, Londra’ya yaptığım seyahatte en çok iki şey aklımda kalmıştı. Birincisi Shakespeare’in tiyatrosu, ikincisi de The Shakespeare Company tarafından sergilenen Shakespeare’in Bütün Eserleri – Hafif Kısaltılmış (The Complete Works of Shakespeare – Abridged). O zaman oyunu çok beğenmiştim, gülmekten gözlerimden yaşlar akmış, kahkahalarım salondaki diğer seyircilerin alkış ve ıslıklarına karışmıştı. Oyundan sonra bile uzun süre gülmeye devam etmiştim, olur olmadık yerde ve zamanda. Tüm bunları on beş yıl önce yaşamıştım. İki hafta önce Garaj İstanbul’da tarih tekerrür etti. Oyunu seyrettim ve ne yaşadıysam, ne hissettiysem hiç değişmedi. Hatta daha fazlaydı diyebilirim çünkü Türkçe izleyince bazı espriler daha da anlamlı oldu. Deyim yerindeyse “beni kopardı”. Hala aklıma geldikçe gülüyorum.

s1

Oyun, Shakespeare’in en ünlü aşk oyunuyla başlıyor, en büyük trajedisiyle sona eriyor. İki oyun arasında da geriye kalan tüm oyunları sergileniyor. Ancak hepsi diyaloglarla gösterilmiyor, oyunlar şekilden şekle giriyor. Örneğin, Shakespeare’in sevdiğiniz bir eseri, bir yemek programı veya rap şarkısı olarak karşınıza çıkabiliyor. Benim için en komik olan bu iki sahnede gülmekten kendimi kaybettim, kahkaha atmaktan nefesimin de kesildiğini hissettim. Tüm oyunlar ve danslar, bir saat gibi bir süre içerisinde oluyor. Evet yanlış okumadınız! Shakespeare’in otuz dokuz eseri bir saat içinde gözünüzün önünden bir film şeridi gibi geçiyor. Final de muhteşem oluyor. Hatta son sergiledikleri oyunu anlamanız için bir dakikalık özetini de veriyorlar. Peki bunun nasıl olacağını merak ediyorsanız, gözlerinizle görmeniz, bizzat gülmeniz gerek. Maalesef başka detay veremeyeceğim yoksa hem güzelliği hem de özelliği gider. Eğlenceniz yarım kalabilir, ayrıca da biraz sürpriz olsun!

s7

Ancak sahne ve kostümlerle ilgili detayları uzun uzun verebilirim. Sahne, oldukça sade. Ortada oyuncuların girip çıkması için bir kapı var, kapıda da sembolik kırmızı tiyatro perdesi.  Dekor derseniz yok, zaten oyuncuların hareket ve danslarının yoğunluğundan sahnede başka bir dekora da yer yok. Oyunu zenginleştirmede bütün işi kostümler ve danslar üzerine almış. Romeo’dan Hamlet’e, Ophelia’dan Juliet’e kadar tüm karakterlerin kostümleri var. Yanlarında da kılıçları, iksirleri, saç örgüleri ve perukları var. Kostümler, görkemli olduğu kadar oyunların anlam ve önemine uygun. Ve tabii bir o kadar da komik. Güldüğünüzde kahkahanızın yarısı esprilerden kaynaklanıyorsa diğer yarısını da kostümlere ayırıyorsunuz. Danslar da bu kahkahanızı taçlandırıyor. Danslar, üç erkek oyuncuya ait ama bir Romeo görseydi kesin kıskanırdı. Oyuncular ve espriler bir yana sırf bu dansları ve kostümleri görmek için bile gidilir bu oyuna. Tabii bunda da koreograf Alpaslan Karaduman ve kostüm tasarımcısı Berna Yavuz’un başarısının altını çizmek gerek.

s5

İşin en görünür kahramanları Kemal Erdurak, Mesut Yılmaz ve Kerem Muslugil’in ne kadar muhteşem olduğunu bilmem anlatmaya gerek var mı? Önce Kerem Muslugil çıkıyor sahneye. Bizi selamlıyor ve selamlamakla kalmayıp geldiğimiz için teşekkür ediyor. Tüm bu teşekkür biz izleyicilere gösterdiği saygının ifadesi. Böylece bizim de oyuna karşı kanımız daha bir ısınıyor, daha keyifle kuruluyoruz koltuğumuza. Seyirciyle soru-cevaplı giriş yapıldıktan sonra Mesut Yılmaz sahneye çıkıyor, Kemal Erdurak da yanına geliyor ve eğlence başlıyor. Biri kah rahip oluyor, diğeri anlatıcı oluyor ne anlattığını anlamadan. Bir diğeri ise şarkı söylüyor, modern tiyatrodan bir örnek vererek… Cadı, soytarı, cüretli kadınlar da yine büründükleri farklı kişiliklerden sadece birkaçı.

s2

Bu üç “aklı evvel” oyuncu, aslında pek fazla Shakespeare hakkında bilgi sahibi değil ama olsun, üstlendikleri her rolde sergiledikleri oyunculukla Shakespeare’in tüm karakterlerinin de hakkını veriyor. Mesela, Hamlet onlar gibi kılıç kuşanamadığı için kesin hırsından ağlardı. Ya da cadılar süpürgelerini, soytarılar da şapkalarını bırakıp bu görevlerinden istifa ederlerdi. Başından sonuna kadar da bir festival havası estiriyorlar hem de aksilikler ve çılgınlıklarla dolu bir festival. Hemen katılmak istiyoruz. Bir saat içinde bu kadar cümbüşlü bir oyunculuk sergilemek kimsenin harcı değildir, en çok da bunu alkışlıyoruz oyunun sonunda, tabi ki ayakta.

kb1

Oyunda alkışı hak eden iki kahraman daha var, görünmez ama varlıklarını sonuna kadar hissettiren iki kahraman. Birincisi Kemal Başar. Oyunun yönetmeni, dramaturgu, projenin sahibi. Yani tüm bu eğlencenin, kahkahanın ve gülme krizlerimizin sorumlusu. Öncelikle on yıldır West End’de kapalı gişe oynayan bu çalışmayı çok ama çok başarılı bir şekilde uyarlamış. Harika yönetmiş ve ortaya da böylesine müthiş bir oyun ve oyunculuk çıkmış. Kendisini önce tebrik ediyor ve teşekkürlerimi de beraberinde iletiyorum. Çünkü bu oyunu Londra’da seyrettikten sonra hep keşke burada da sergilense, keşke bir tiyatro veya yönetmen çıksa,  oyunun tercümesini yaptırsa, oynasa, oynatsa, biz de seyretsek, eğlensek ve beğensek diye çok istemiş ve beklemiştim. İşte bu hayalim ve beklentim Kemal Başar sayesinde gerçek oldu ve bu kadar beklediğime fazlasıyla değdi. Kısaca ellerine sağlık diyorum.

Diğer görünmez kahraman, oyunun tercüme eden Leyla Özgüler-Kalender’i de ayrıca tebrik ediyorum. Oyun, çok düzgün ve doğru şekilde tercüme edilmiş, espriler gayet güzel uyarlanmış. Sayesinde tüm oyun gayet akıcı ve anlaşılır olmuş. Yabancı bir tiyatro oyununun iyi bir şekilde Türkçeleştirilmesi konusunda takıntılı biri olarak en çok merak ettiğim unsurların başında tercümesi geliyordu. Hiçbir şekilde hayal kırıklığına uğramadım aksine Leyla Özgüler-Kalender’in Türkçesine ve çeviri becerisine hayran oldum.

Kısaca bu oyun, Shakespeare’i yeniden keşfetmeniz, keşfederken eğlenmeniz, eğlenirken değindiği konular üzerinde düşünmeniz ve henüz açılış yapmadıysanız tiyatro sezonuna harika bir başlangıç yapmanız için Garaj İstanbul’da sizleri bekliyor. Benim gibi bu keyfe doyamayacaksınız, bir saat asla yetmeyecek, tekrar gitmek isteyeceksiniz. Kesinlikle değer!