Huzur Bağlar Arasında, Toskana'da: 1.Bölüm
Masmavi gökyüzünün altında, uçsuz bucaksız bir yeşil… Ne tarafa dönseniz ya zeytin ağaçları ya üzüm bağları… Taş evlerden, küçük restoran mutfaklarından sızan leziz yemek kokuları ve uzun şarap geceleri… Aranan huzur Toskana’da!
Her adımını önceden planladığımız, aylarca heyecanla beklediğimiz Toskana gezimizi sonunda, bayram tatilini fırsat bilip gerçekleştirdik. Araba kiralayıp Floransa ile başladığımız seyahatin bu ilk kısmından belki başka bir yazıda ayrıca bahsederim, fakat bu yazı Toskana deyince akıllara gelen, fotoğraflarını görünce hayranlık uyandıran küçük kasabalar ile ilgili olsun ve size ilham versin istiyorum. Pek çok küçük yer ve çok sayıda önerimiz olduğundan 6 günlük Toskana deneyimimizi iki bölüm halinde sizlere aktaracağım. Dilerim tamamını keyifle okur, gitmek için heyecan duyar ve bunu ilk fırsatta gerçekleştirirsiniz.
Floransa çıkışı ilk durağımız yaklaşık 50 dakika mesafedeki Certaldo. Belki de Toskana’daki ilk kasabamız olduğu için aklımıza en çok yer edenlerden biri burası. Yemek için vakit geçirmezseniz, gezinmeniz en fazla 20 dakika sürecektir. Fakat buradan sonra göreceğiniz kasabaların genelde daha kalabalık olacağı ipucunu verelim, yüklenin telefonlarınıza ve fotoğraf makinalarınıza, harika kareler yakalayabilirsiniz bu müthiş ortaçağ film setinde.
Bir sonraki durak San Gimignano, burası Toskana deyince ilk akla gelen yerlerden olduğu için tahmin edersiniz ki en turistik ve haliyle kalabalık olan kasaba. Yine de 13. yüzyıldan kalma 14 kulesi ile mutlaka görülmesi gereken yerler arasında.
Bir ucundan diğerine yürüyüşünüzü yapıp Caffe Giardino’da bir öğle yemeği ile enerji toplayın bence, daha gezinin başındayız çünkü! Üzerine de tabii ki “Dünya dondurma şampiyonu” Dondoli’den kocaman İtalyan dondurmaları! Türk olduğunuzu duyduğu an ilk tepkisi “dondurmam kaymaaaak” diye bağırmak oluyor Signor Sergio Dondoli’nin, haberiniz olsun 🙂
Sırada, M.Ö 8. yüzyıla dayanan geçmişi ile yine bir tepe üzerine kurulu kasaba Volterra var. Bölgede ilk yerleşim zamanından beri çıkarılan ve işlenen Alabastro adı verilen yarı saydam su mermeri Volterra’nın en önemli ürünü ve gelir kaynağı. Kasabadaki çok sayıda dükkanda bu mermerden yapılma ev eşyaları ve hediyelik eşyalar satılırken, farklı tasarımları sergileyen galerileri de gezebilirsiniz.
Volterra’dan ayrıldıktan sonra, yolculuğumuzun bu noktasında biz biraz şımarıklık yapıp direksiyonu sahile, Bibbona’ya kırıyor ve Toskana bölgesinden aslında biraz uzaklaşıyoruz. Amacımız Avrupa’nın en iyi restoranları arasında anılan Michelin yıldızlı Ristorante La Pineta’da yemek yiyebilmek. Rotamızı değiştirip gidiş-dönüş ekstra 100km yol kat etmemize fazlasıyla değen, kumsalda dalga sesleri eşliğinde hayatımızın en güzel yemeğini yediğimiz bu restoran başlı başına ayrı bir yazıyı hak ediyor, şimdilik adı ve fotoğrafı kalsın aklınızda, bir göz atın ve planlarınıza uyarsa şiddetle tavsiye ettiğimizi unutmayın!
Yeni güne Siena yolundaki Monteriggioni ile başlıyoruz, duvarlar içinde bir kasaba, aslında bir kale ve sokakları. Yol üzerindeki Bar dell’Orso öğle yemeği için çok uygun, bölgenin en meşhur makarna çeşidi olan “Pici”yi (yumurtasız sadece un ve su ile yapılan bir çeşit kalın spagetti) leziz ragu sos ile tatmanız için en iyi adreslerden biri.
İkinci günün ana adresi Siena, Ortaçağ dönemini en iyi yansıtan Italya şehri bence. Kalabalık sokakları ve dükkanları ile hem bir Avrupa şehrindesiniz, hem de biraz kasvetli mimarisi ile Ortaçağ’a bir ziyarettesiniz.
Kaybolana kadar gezin sokaklarında, ana meydanı Piazza del Campo’da vakit geçirin hatta uzanın yerlere, arka sokaklarını duvar diplerini keşfedin, acıkınca ise yemek icin istikametiniz Osteria Sotto le Fonti! Toskana’ya has şarküterilerin tadına bakın mutlaka, raviolilere, şanslıysanız gününde toplanmış dev mantarlı makarnalara doyun!
Konaklama için bizim tercihimiz merkezdeki oteller yerine Siena dışında bir bağ evi oldu, Airbnb’de pek çok seçenek bulunuyor, göz atın derim. Size ait bir bağ evi, bir bahçe bambaşka hayaller kurduruyor, Toskana gezisi boyunca yollarda görüp keşke yaşasak diyeceğiniz o evlerden biri aslında sizinmiş gibi…
Üçüncü gün rotamız Montalcino, Pienza ve Montepulciano. Günün ilk kasabası olan Montalcino’yu yağmurun azizliğine uğrayıp pek gezemedik maalesef ama siz mutlaka planlarınıza dahil edin. Yağmur zamanını yakınlarındaki bir bağı ziyaret edip tadım yaparak değerlendirmeyi seçtik, adresimiz Ciacci Piccolomini D’Aragona oldu. Rezervasyonsuz tadım yapılabilen bu bağın çalışanları da çok sıcak ve ilgili, Türk olduğumuzu duyunca şarap tadımına başlamadan ‘zeytinyağımız sizce nasıl’ diyip onun da tadımını yaptırdılar 🙂 Bizdeki taş baskı benzeri zeytinyağlarını da meşhur Brunello di Montalcino şaraplarını da çok beğendik, bavulunuzda yer açın!
Sonraki adım Pienza, Certaldo’ya çok benzettiğimiz bu kasabayı da turlayıp, Montepulciano’ya gitmeden önce bir durağımız daha var. Hazır Vedat Milor’un “İtalya” kitabında okuduğumuz Monticchiello isimli küçük köy yolumuzun üzerindeyken burada bahsettiği Osteria La Porta’ya öğle yemeğine uğrayalım diyoruz. Ve sürpriz! Yalnız değiliz! Montichiello toplam 10 dakikada gezilebilecek küçüklükte sevimli bir köy ve tek restoranı La Porta. Bu kadar küçük bir yerdeki restoranın kalabalığına şaşırarak içeri giriyoruz, ve birkaç dakika içinde fark ediyoruz ki tüm masalar Türklerle dolu 🙂 Tüm masalar! Yemekler güzel ama doğrusu huzur dolu böylesine bir bölgede kendinizi bu kadar gürültülü yenilen yemeklerin, çocuk çığlıklarının vs. içinde bulmak pek iç açıcı hissettirmiyor. Hızlıca yemeğimizi yedik ve kalktık, tercih sizin 🙂
Montepulciano, Cortona ve Chianti bölgesinden bahsedeceğim Toskana rüyamızın devamı ise 2. bölümde…
İlk yorumu siz yazın!