Trata Ayvalık: Bir Yaz Gecesi Rüyası Yaşayacağınız Mekan
Seviyorum değişik kafaları, sınırları aşanları, hayatına fark katanları… Böyle ortamlar denk gelince de köpeciğinin sana topu getirip atmanı beklerkenki heyecanı, kuyruk sallaması tadında duygular kıpraşıyor içimde… Instagram üzerinde bir şekilde karşıma çıkınca uzunca bir zaman takip etmeye başladığım bir mekan Trata Ayvalık ama bir yandan da “Abi bir hayal kırıklığı mı acaba?” diye de aklımdan geçmiyor değildi…
Bir ayağı Ayvalık’ta olan yakın bir arkadaşım var, Ayvalık’tan konu açılınca bu gezici restoranını soruyorum. Gastronomi sektöründe de olması dolayısıyla yorumu, bir tık daha önemli halde benim için… “Aaaa evet Moy ve Orman ile bağlantıları var, eminim keyiflidir” cevabını alınca annemle Babakale’ye yapacağımız ziyaretin bir yerine yerleştiriveriyorum bu planı.
Tatile annemle gidecek olmam “Acaba mesafe nasıldır?” sorusunu sorduruyor ve google.maps üzerinden Babakale-Ayvalık arası mesafeye baktığımda 50 km gibi bir bilgiyle karşılaşmam üzerine Instagram üzerinden trata.ayvalık’a yazıp rezervasyonumuzu yaptırıyorum. 50 km detayı tamamen hatalı bilgi. Bir güncelleme problemiyle karşılaşmışım ve aslında mesafe biraz daha fazla. “50km’yi ne kadar sürede gidebilirsin ki? 50 ile bile gitsen 1 saate varırsın.” gibi yaklaşımlarım bizi 2,5’ar saat gel-git nedeniyle gün içinde 5 saatlik yol yapmamıza sebep oluyor. Babakale yolları pek dönemeçli, pek gidiş-geliş içeriyor. Yetmezmiş gibi yolun bir kısmı abartmıyorum adım başı ışıklar ve yeşil dalga sistemiyle çevrili olunca yol sevimsiz bir hal alıyor. Denemeye değerdi ama daha uzun bir tatilde denemeyi tercih edermişim. Olsun hayat her zaman rayında ilerlemeyebiliyor. Bunlar da alınan ders olarak cebimize yerleşiyor.
Hava koşullarına göre Ayvalık ve Cundanın sevimli ve bilinmeyen yerlerinden birkaçında konumlanıyormuş bu restoran. Bazen deniz kenarında, bazen zeytin ağaçların altında, bazen kum üstü, bazen beton üstü olabiliyormuş. Araştırırken “Tanrım n’olur, bizimki zeytin ağaçlarının gölgesinde olsun.” dediğimi hatırlıyorum ve şanslıyım ki dualarım kabul oldu =)
Rezervasyonsuz gidemeyeceğiniz bu sevimli konsept için kapasite 24 kişi. Gideceğiniz gün 14.00 civarında cep telefonunuza konumu bilgilendiren bir mesaj alıyorsunuz ve hooop heyecan başlıyor =) 19.00’a kadar bir şey yemeyip midenizi akşam sunulacak olan yemeklere yer bırakacak şekilde hazırlıyorsunuz. 12 yaş altındaki minikoları kabul etmiyorlar.
İçecek bedeli hariç kişi başı 240 TL’lik bir set menü sunuluyor. İçki içmek isterseniz de aşağıdaki opsiyonlar sunuluyor ve bunlar için ödeme nakit olacak şekilde talep ediliyor. Fiyatlar ise şu şekilde:
- Allure Kalecik Karası Beyaz 70cl 180 TL
- Maadra Chardonnay 70cl 150 TL
- Yeni Rakı Yeni Seri 35cl 180 TL
Mesajlarında “Beyaz giyerseniz keyifli olur ama zorunlu hissetmeyin, ayakkabılarınız rahat olsun ve yanınızda da uzun kollu bir şeyler getirin.” diyorlar.
Günü Patriçe koyunda geçirdikten sonra arabanın sağında solunda üstümüze beyazlarımızı geçirip WhatsApp üzerinden gelen konuma doğru yol alıyoruz. Vardığımız yer bir otopark. İçimden endişeli bir şekilde “Eyvah eyvah”ı geçirirken bir yandan da anneme karşı cool durmaya çalışıyorum. Neticede buraya gelebilmek için sabah 2,5 saat kadar yol yapmışız. Derken kafamı sola döndürdüğümde beyazlar içindeki düzenlemeye denk geliyorum ve rahatlayarak hediyeme ulaşmak ister gibi adımlarımı hızlandırıyorum. Masalar, sandalyeler bembeyaz. Zeytin ağaçlarının dallarının arasından güneş ışığı süzülüyor. Masalar dip dibe değil, sese boğulmamış, sade bir ortam. Annemin suratına bakıyorum, suratında bir gülümseme var, o an yüreğime bir su serpiliyor. Kuruluyoruz ve hemen bardaklarımıza su servis ediliyor.
Küçücük bir pişirme tezgahında yapılıyor her şey. Soğuk mezelerin önden hazırlanıp, tabaklamanın burada yapıldığını düşündüğüm bu deneyimde yaklaşık 24 kişi vardı. Yani, “Nasıl olsa yer buluruz” deyip son dakikaya bırakmayın. Menüleri kömür ateşinde pişen taze deniz ürünleri ağırlıklı. Biz 9 çeşitten oluşan bir menü ile karşılaştık; mezeler, ana yemek ve tatlı.
O gün denizden ne çıktıysa onu servis ediyorlarmış. Kendi yaptığı Akdeniz usulü ançüez sıklıkla servis ettiği favorilerindenmiş ki ben ançüez sevmem ama tabii tadına baktım. Seven birilerinin bu tabağı pek seveceğini düşünüyorum =).
Yer seçimi öyle şahane ki günbatımını izlemek ve sonrasında ışıklardan uzak bir ortamda gökyüzündeki yıldızları izlemek yemeğinize eşlik edebilecek en güzel aktivitelerden. Zorla müzik dinleten bir ortam olmadığından arkadan doğanın sesini dinlemek ve fondan gelen insanların sessiz hoş sohbetleri keyfe keyif katıyor.
Şefi zaten bir şeyleri yetiştirmeye ve her şeyin tıkırında gitmesi için efor sarf ederken, bir de meraklı sorularımı sorarak ayağına dolanmayayım diye sormak istediğim soruları farklı farklı yazılardan araştırmayı tercih ettim ve günün sonunda Asu Maro’nun yazısında, kendisine “Trata adını neden seçtiniz?” diye sorulduğunda Tayfun Gökşin’in verdiği cevap pek hoşuma gidiyor: “Onun duygusal bir sebebi var.” dediğine rastlıyorum. Trata eskiden Cunda’nın ekmek kapısı olan, Girit’ten getirilmiş “torbalı balık ağı” anlamına gelen avlanma sistemiymiş. “2000’lerde tratacılık yasaklanınca pek çok aile işsiz kaldı, başka iş yapmayı bilmedikleri için sersefil oldu” diye anlatıyor, “O yüzden seçtim bu ismi. ‘Kala atmak’ deriz ona, ben de her akşam başka bir yere kala atıyorum işte”.
Başka bir röportajında da “Pazar renkli, deniz bereketli, zeytin zaten en kıymetli.” diye anlatıyor. Menü içeriğinin de bu cümlesini destekler nitelikte olmasına şaşmamalı. Araştırırken kendisinden değişik bir bilgi daha ediniyorum: Başka hiçbir coğrafyada “zeytinyağlı yemekler” başlığı altında toplanan yemekler bulunmuyormuş. “Ne güzelsin Türkiye” tadında bir değişiklik arıyorsanız trata.ayvalık bu arayışınıza cevap olacaktır. Cheers y’all.
Kapak Fotoğrafı: Kübra Kağan
İlginizi çekebilir: Ecem Özden’den Ayvalık Rehberi
İlk yorumu siz yazın!