İlk yorumu siz yazın!
Netflix'ten Bir Aaron Sorkin Filmi: The Trial of the Chicago 7
Yüksek tempolu, zekice yazılmış diyaloglarla örülü senaryoların usta ismi Aaron Sorkin, yönetmenliğini de üstlendiği ikinci filmi The Trial of the Chicago 7 ile tarihin fazla konuşulmamış davalarından birini güçlü bir oyuncu kadrosuyla yeniden gündeme taşıyor. Chicago sokakları ve mahkeme salonlarında geçen Netflix filmi yılın en iddialı yapımlarından birine dönüşürken, dünyanın her yerindeki politik davaların ve sözde politik suçluların değişmeyen kaderini hatırlatıyor.
Savaşa, yanlış politikalara, haksızlıklara ve kısıtlanan özgürlüklere karşı isyan eden birçok farklı grup, ses getireceğine inandıkları, eşzamanlı, barışçıl bir protesto için bir araya gelir. Ufak görüş ayrılıklarına rağmen, ortak bir amaçla, ortak bir ‘düşmana’ karşı tepkilerini dile getirmek isterler. Meydanlarda, parklarda toplanırlar. Sloganlar atarak yürümeye başladıklarında, polis iki taraftan da yollarını keser ve dağılmalarını söyler. Gidecek hiçbir yeri olmayan binlerce insan, gaz, cop, yumruk ve tekmelerini kullanan polisin fiziksel ve psikolojik şiddetine maruz kalır. Gözaltına alınanlar, tutuklananlar olur; hepsi birkaç gün içinde serbest bırakılır. Aylar sonra, barışçıl başlayıp polis şiddeti ve karmaşayla sonuçlanan bu protestonun bir araya getirdiği farklı grupların birbirleriyle neredeyse hiçbir ilgisi olmayan fikir liderleri, isyan başlatma ve hükümeti devirmeye teşebbüs suçlarından yargılanmaya başlar. Tanıdık geldi, değil mi? Ben, Vietnam Savaşı yıllarında, Chicago’da düzenlenen Demokratik Parti Ulusal Kongresi sırasındaki protestolarda yaşananlardan söz ediyorum; fakat okurken zihninizde canlanan anılar ya da görüntülerin de kanıtladığı gibi, bu senaryoyu herhangi bir döneme ve herhangi bir coğrafyaya uyarlamak mümkün. The Trial of the Chicago 7, 1968’de yaşanan bu olayların aylar sonrasında tek bir davada mahkeme karşısına çıkarılan, her bir grubun liderleri pozisyonundaki kişi ya da kişilerden yedisinin yargılanışını konu alıyor. Chicago Yedilisi olarak anılmaya başlasalar da farklı görüşlere, hayat tarzlarına sahip ve birbirleriyle neredeyse hiç ilgisi olmayan bu yedi kişi, devletin tüm imkanları kullanılarak gerçekdışı suçlamalara maruz kalıyor, aylar süren davalar boyunca mahkemede kendi seslerini duyurma fırsatı dahi bulamıyorlar.
Chicago Yedilisi’nin davasının esas meselesi, hükümet karşıtı grupların devletin güçleri kullanılarak nasıl yıldırılmaya, susturulmaya çalışıldığı. Bunu başarmak için başvurulan güç bazen polisin fiziksel gücü, bazen taraflı yargıçların mahkeme salonlarındaki gücü, bazense yalan haberlerle kamuyu yanlış yönlendirme gücü oluyor. Fakat bir de göz ardı edilemeyecek bir yan meselesi var filmin; Vietnam Savaşı, savaş karşıtlığı ve hükümet karşıtlığı bir yana, ülkede o dönem büyük bir sorun olan (aslında günümüzde daha da büyük bir sorun olan) ırkçılık ve siyahlara karşı -özellikle polis ve yargı tarafından- uygulanan çifte standartlar. Chicago Yedilisi’ni sadece kamunun gözünde daha ‘korkutucu’ ve daha ‘suçlu’ göstermek için dönemin siyah aktivist gruplarından Black Pantherler’in o sırada tesadüfen Chicago’da bulunan bir üyesinin de davaya dahil edilmesi yeterince tuhaf, saçma ve yanlış. Diğer yandan bu sekizinci sanığın yargılanma şartları ve gördüğü muamele diğer yedi kişiyle kıyaslandığında, ortaya ABD’nin halen aşamadığı ırkçı politikaların köklerine dair akılda kalıcı sahneler ve ipuçları çıkıyor.
The West Wing ve The Newsroom gibi diziler, The Social Network, Moneyball, Steve Jobs ve Molly’s Game gibi filmleri izleyenler, kağıt üstünde politik, ciddi, hatta sıkıcı denilebilecek konularına rağmen bu yapımların nasıl dinamik, yüksek tempolu olduklarını ve heyecanla izlendiklerini hatırlayacaklardır. İşin sırrı, senarist Aaron Sorkin. 13 yıl önce Steven Spielberg‘le yaptığı bir görüşmeden sonra merakla babasını aramış ve gerçekten böyle bir komplo davası olup olmadığını sormuş Sorkin. Yıllar içinde defalarca rafa kalkan projeyi önce Spielberg’ün kendisi çekmek istese de, bugün yönetmen koltuğunda da senarist Aaron Sorkin‘in kendisi oturuyor. The Trial of the Chicago 7, tıpkı saydığım bu yapımlar gibi, yanlış ellerde sıkıcı bir mahkeme filmine dönüşebilecek bu konuyu bir tenis maçına turnuvasına, mahkeme salonunu bir tenis kortuna dönüştürüyor. Sorkin’in senaryosu filmin oyuncaklı kurgusuyla birleşince ortaya su gibi akan bir film çıkıyor.
Filmin oyuncu kadrosu ise dillere destan; Oscarlı oyuncular Eddie Redmayne ve Mark Rylance‘in ana rollerden ikisini üstlendiği filmde, o ihtişamlı kalabalığın arasında öne çıkan üç performans var: Watchmen’den tanıyacağınız Yahya Abdul-Mateen II, Succession’dan tanıyacağınız Jeremy Strong ve ünlü komedyen Sacha Baron Cohen. Adaletsiz yargıç rolünde yıllar önce hem tiyatroda hem sinemada Nixon’ı canlandırmış Frank Langella da filmin kötüsü olmanın hakkını veriyor.
The Trial of Chicago 7, sola eğimli beyaz kitleleri mutlu etmek için, ‘gaza getirmek’ için yapılmış o filmlerden biri. İki yıl önce tam olarak aynı hedef kitleye ve aynı duygulara oynayan Green Book‘tan farkıysa, en azından asıl meselesini ırk meselesi, tamamı beyazlar tarafından anlatılan hikayesinin ana karakterini bir siyah olarak seçmemiş olması. Daha önce de söylediğim gibi, filmin asıl meselesi devletin ona karşı gelenleri, elindeki gücü kullanarak nasıl yıldırmaya, itibarsızlaştırmaya ve güçsüzleştirmeye çalıştırdığını göstermek – ve bunu gerçekten de başarıyor. Üstelik bu beyaz hikayesinin içine, parantez içinde dahi olsa siyahların aynı dönemde maruz kaldıklarını, karikatürize etmeden dahil edebiliyor. Diğer yandan asıl meselesini ele alış şekliyle biraz sağlamcı, tadının çok da kaçmasını istemeyen bir film bu. Tarihsel gerçekleri arkasına alabilmenin güvencesiyle eleştirel, iğneleyici ve taşlayıcı olabiliyor, dönemin otoritesini bir mizah unsuruna dönüştürebiliyor fakat hedef kitlesine bilmediği bir şey söylemekten ya da günümüz otoritesini açıkça eleştirmekten de kaçınıyor. Kısacası bu, filmde Sacha Baron Cohen’in canlandırdığı karakterin değil, tam da Eddie Redmayne’in canlandırığı karakterin yapacağı/seveceği bir film…
Aaron Sorkin‘e iyi bir yönetmen demek için halen erken. Fakat bu, kendisinin sinema (ve televizyon) tarihinin en iyi senaristlerinden biri olduğu gerçeğini kesinlikle değiştirmiyor. The Trial of the Chicago 7‘nun, Sorkin’in David Fincher‘la işbirliği The Social Network’te sonuçlarını gördüğümüz gibi, daha yetenekli bir yönetmenin elinde çok daha etkileyici hale gelebileceğini düşünmeden edemiyorum. Filmin gerek konusu, gerek temposu, gerekse kadrosuyla ödül sezonunun favorilerinden biri haline geleceğini öngörmekse güç değil.
The Trial of the Chicago 7 / Şikago Yedilisinin Yargılanması, 16 Ekim’de Netflix’te olacak.
Eddie Redmayne ve Mark Rylance ikilisine bayılıyorum! Listeme aldım, beklemedeyim.
Heyecanla 16 Ekim'i bekliyorum. Ben kalp Eddie Redmayne! Bu aralar tam bir Succession hayranı olarak Jeremy Strong'un oynamasına çok sevindim. Sacha Baron Cohen zaten.. Müthiş kadro, heyecan dorukta ^^