Hangimiz sahafların tozlu rafları arasında dolaşmaktan keyif almayız ki? Keşfedilmeyi bekleyen birçok hikaye arasından hangisini seçeceğimize ve yine birçok hikayenin bizi beklediği kütüphanemize hangilerini ekleyeceğimize karar veremeyiz. Bunun sonucunda elimizdeki bir dolu kitap, kütüphanemizde okumadığımız belki de uzun süre okumayacağımız kitaplar arasında yerlerini alır. Zaman geçtikçe kütüphanemizde bulunan okunmamış kitaplar okuduklarımızı geçmeye başlar ve biz kitap almaya devam ederiz. Bunun Japonca da bir karşılığı da var: Tsundoku. Tsundoku, okuyabileceğimizden fazla kitap alarak biriktirmek anlamına geliyor. 

Tsundoku
Tsundoku | Fotoğraf: Unsplash/@chuttersnap

Kütüphanemde okumadığım birçok kitap olmasına rağmen sahafta elimde birkaç kitap, hangisini alacağımı düşünürken bulurum kendimi. Gittikçe çoğalır kütüphanemdeki okumadığım kitaplar. Çoğu zaman bu beni strese sokar ve okumadığım kitapları bitirmedikçe yeni kitap almayacağıma söz veririm ama yine de kendimi sahafa atmaktan geri duramam. Bu yüzden birkaç gün önce Umberto Eco’nun anti-kütüphanesi hakkında bir makaleye denk geldiğimde okumadan geçemedim. Bu makalede Nassim Nicholas Tale’in “Siyah Kuğu Olasılıksız Görünenin Etkisi” adlı kitabında söylediği şu sözler  dikkatimi çekti: ” Yaşınız ilerledikçe edindiğiniz bilgiler ve okuduğunuz kitaplar artar ve raflardaki okunmamış kitaplar da artar ve raflardaki okunmamış kitaplar size tehditkar bir biçimde bakmaya başlar. Aslında ne kadar çok bilirseniz okumadığınız kitapların sayısı da o kadar çok çoğalır. Biz bu okunmamış kitaplar koleksiyonuna anti-kütüphane diyelim.” 

Anti Kütüphane
Anti Kütüphane | Fotoğraf: Unsplash/@riapuskas

Bu sözleri okuduktan sonra kütüphanemdeki okunmamış kitaplar daha az tehditkâr gelmeye başladı gözüme. Hiç suçluluk duymadan yeni kitaplar alabilirdim artık. Kendimce bir açıklama bulmuştum, güzel bir sebep.

Yine başka bir makalede Nassim Nicholas Taleb‘in gerçekten zeki insanların sürekli olarak daha fazlasını öğrenmek, kendilerini bilgilendirmek için çaba gösterdiğine inandığından bahsediliyor. Aynı zamanda Taleb ekliyor: “Anti-kütüphane, “bilinmeyen” bir işarettir. “Bilinmeyen bilinmeyenleri” “bilinen bilinmeyenlere” dönüştürmekle ilgilidir. Ne kadar bilmediğinizi bilmek nihayetinde size yardımcı olacaktır, çünkü “bilinen bilinmeyenler” her zaman “bilinenlere” dönüştürülebilir. Ama endişe verici olan, bilmediğin şeydir.”

Anti kütüphane“nin bahsedilen birçok faydası var. Bu faydalardan ilki bilmediklerimizi, keşfetmediğimiz dünyalar, düşünceler olduğunu hatırlamamızı sağlaması. Böylece bilmediklerimizin farkına varıp ve onları bildiklerimiz kategorisine ekleyebilecek fırsatı vermesi . Nassim Nicholas Taleb’in “Siyah Kuğu Olasılıksız Görünenin Etkisi” kitabında bahsettiği ilgimi çeken bir yer daha var: “Bilgimizi genelde korunması ve saklanması gereken kişisel bir mülk gibi görürüz. Hiyerarşik düzende yükselmemizi sağlayacak bir süs olduğunu düşünürüz. Eco’nun kütüphane duyarlılığını rencide eden bu bilinene odaklanma eğilimi, zihinsel faaliyetlerimize kadar uzanan bir önyargıdır.” 

Açıkca söylemek gerekirse çoğu zaman ben de okuduğum kitaplara bakıp kendimce böbürlenirim. Aslında okuduklarım okumadıklarımla kıyaslanamaz bile. Anti kütüphanenin bilmediklerimin farkına varmamı sağlayıp beni bu egodan kurtaracağını fark ettim. Bu da aslında anti kütüphanenin bahsettiğim faydalarından biri. Anti-kütüphane fikri, artık gözümü o kadar da korkutmuyor.

Eğer siz de benim gibiyseniz, birçok kitap alıp okunmamış bir şekilde kütüphanenizde kalıyor ve sizi tedirgin ediyorsa umarım bu yazı benim gibi sizi de rahatlatır, okunmayan kitaplar gözünüzü korkutmaz. 

                             Kapak Fotoğrafı: Unsplash/Alfons Morales 

İlginizi çekebilir: İlkan Balkan’dan Bibliosmia