60’lar ve 70’ler Türk rock müziği ve onların yeni nesil temsilcilerinin dünyada ve özellikle Batı’daki popülaritesini anlamaya çalışan serimizin sonuna geldik… Serinin ilk bölümünden itibaren müziğin yarattığı heyecana, saykedelyaya ve çoğunlukla Anadolu Rock’ı referans alan Türkçe saykedeliğe bakmıştık. Beşinci ve son bölümde ise bize bırakılan mirasla veda edeceğiz.

1970’ler
1970’ler | Fotoğraf Kaynağı: Twitter

Dünya Mirası

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Türkiye, bağımsız ve evrensel kimliğini bulmaya çalışan gencecik bir ülke… Aynı genç bir insanın arayışı gibi deniyor, hatalar yapıyor, düşüyor, yara alıyor ve hayatta kalmaya çalışıyor. Atatürk‘ün ısrarla tutunduğu en büyük hayallerinden biri Türk müziğini bulup geliştirerek evrensele taşımak, çünkü müziğin uluslarötesi dilinin ve ulusal kimlikteki yerinin farkında… Büyük emekler ve hatalarla dolu çaba dünya meseleleriyle yoğruluyor ve tam 40 yıl sonra, meyvelerini Anadolu Pop (Anadolu Rock) olarak vermeye başlıyor. Anadolu Rock 12 Eylül’e kadar binlerce ürün veriyor. 80’lerde neredeyse tüm dünya gibi biz de değişiyor ve serbest ekonomiye geçiyoruz, 90’larda SSCB dağılıyor ve ABD ekonomik yapısı zaferini ilan ediyor, ardından Orta Doğu büyük yeni düşman oluveriyor ve Doğu-Batı arasındaki ayrım katlanarak büyüyor.

Dünya, kapital, yani güç dengeleri için tekrar ortadan ikiye bölünmüş, insanlar diğer tarafa ulaşamıyor. Ulaşmak isteseniz kendinizden ödün vermişsiniz gibi algılanıyor. Siz bir Türk olarak ırkçı motivasyonlara izin vermeden kendinizi sevmek ve dünya vatandaşı olmak istiyorsunuz, anlamları dönemin gerektirdiği politikalara göre değişen sıfatlarla bölünüyorsunuz: Ulusalcı, milliyetçi, dindar…

Dönem öyle gerektirdiği için 80’lerde Anadolu Rock’ı öldürüyor, sonra da geriye dönüp bakmıyoruz.

Pink Floyd
Pink Floyd | Fotoğraf: ABC.es

Pink Floyd’u hiç bilmediğimizi düşünün. Hendrix’i, Nirvana’yı, Patti Smith’i… Metalaşmaları bir yana; birtakım politik nedenlerden dolayı seslerinin insanlara ulaşmasının engellendiğini, ayıplandıklarını, kendi insanlarının onlardan utandığını… Suç gibi bir şey… Hatta doğrudan suç diyebiliriz, çünkü evrensel mirası ve kültürel birikimi, insanları en kolay etkileyen sanat dalı müzik olduğu için en büyük darbeyi ona vurarak yok ediyor, gelecek nesillerin öğrenmesini engelliyorsunuz.

Eksik, tamamlanmamış hissederdik sonuçta. Aynı Batılıların Türkçe saykedelik müziği duyduklarında hissettiği gibi, dünyaya miras kalmış, evrenselleşmiş Batı müziğini yıllar geçtikten sonra ilk kez duysaydık, kaybettiğimizden haberimizin olmadığı parçamızı bulmuş olurduk.

60’lar ve 70’lerde verilen kavgaları neyle değiş-tokuş ettiğimize bakar mısınız? Biz, şu an yaşadığımız Türkiye’ye gelebilmek için kendi kimliğimizden vazgeçmişiz. Bizimki gibi bir ekonomik ve ahlaki dönüşüm/gelişim geçiren diğer 3. dünya ülkeleri, aynı yabancılaşma politikasından geçmiş, kendi kültürlerine karşı kompleksler geliştirmişler; varlıklı ülkelerse bir özgürlük illüzyonunu seçip ruhsal sağlıklarını feda etmiş ve iyiden iyiye ırkçılaşmışlar. Üstelik tüm taraflar ekonomik olarak kendi içlerinde kırılmış. Kimse neyi kaybettiğini anlamamış.

2000’lerde ruhsal arayışlarını başlattıklarında, Batılıların bu “cool İstanbul” durumunu çözmeye çalışırken oldukça iyi çıkarımlar yaptıklarını söyleyebilirim, ancak biz kendimizi tanımazken onlara anlatabilmemiz veya iyi kaynaklar sunmamız mümkün değil. Bu yüzden de bir yere kadar hatasız ilerleyebiliyor, sonrasında bilgiyi yanlış ya da eksik yayabiliyorlar.

Diğer yandan onlarla karşılaştırdığımızda müthiş bir arşiv ve telif hakları sorunumuz var. Telif haklarıyla korunmuş ve bu sayede gelişmiş bir müzik geçmişimiz bulunmuyor. Veya dönüp karıştırabileceğimiz, doğru bilgilerle arşivlenmiş bir müzik kataloğumuz henüz yok, ancak ümitsiz değiliz. Hâlâ çok iyi müzik yazarları, meslek birliklerinde çalışarak haklarını toplamaya çalışan müzisyenler ve katoloğu keşfe çıkıp insanlarla paylaşmaya çalışan yeni bir nesil var.

Türkiye’de 64-80 arasındaki süreçte yüzlerce müzisyen doğmuş, sadece bu seride ismi geçen onlarca kişi ve grup var: Moğollar, Fikret Kızılok, Hümeyra, Cem Karaca, Gökçen Kaynatan, Mustafa Özkent, Mazhar Alanson ve yüzlercesi arasından herhangi birinin hayatına bakıp içinde kendi hikâyenizi görebilirsiniz.

Müziği tanımaya nereden başlayacağınızı kestirmekse oldukça güç, bu yüzden rehber olabilmesi için, bir özel projeyi ve Doğu’ya pencere açan ilk birkaç müzisyeni pek bilinmeyen yanlarıyla paylaşmak istiyorum.

Anatolian Rock Revival Project

youtube play youtube play

Sadece yukarıdaki Deniz Üstü Köpürür versiyonuyla tanıştırdığı için bile Anatolian Rock Revival Project’e minnettar kalabilirdim ama çok daha fazlasını yapıyorlar. ARRP; Batı’da büyümeye başlamasıyla Anadolu Rock’ı tanıyan, bu şarkılardan kimsenin haberinin olmadığını fark edince de insanlara duyurabilmek için aksiyona geçen bir grup genç insanın gönüllü projesi… İlgi artınca, tanıtma amaçlı iyi Türkçe saykedelik kanalları açılmaya başlamıştı, ancak ARRP’nin en büyük farkı her şarkıya özel tasarlanan illüstrasyonlar… 1964-1980 arasında çıkan ve çok bilinmeyen şarkılar plaklardan alınıp dijitale kaydediliyor, temizleniyor ve profesyonel tasarımcılar onlara özel illüstrasyonlar hazırlıyorlar. Şarkıların İngilizce ve mümkünse başka dillerde altyazıları videolara ekleniyor. Birçok video açıklamasında müzisyenlerin ve şarkının hikâyesini okuyabiliyorsunuz.

30 şarkı için başlayan proje çok seviliyor, tüm dünyadan takipçi topluyor ve arşiv eksiğimizin bir kısmını kapatacak kadar büyüyor. 130’dan fazla şarkı paylaşan kanalın artık daha büyük düşleri var. Müzisyenlerle röportajlar yaparak belgesel çekmek, gezici bir sergi düzenlemek, Anadolu Rock Müzesi açmak gibi… Patreon’dan destek verebilir, YouTube’un en huzurlu yorum bölümüyle tanışmak için kanala abone olabilirsiniz.

Erkin Koray

Fesuphanallah & Komşu Kızı 45’lik kapağı, 1974
Fesuphanallah & Komşu Kızı 45’lik kapağı, 1974 | Fotoğraf Kaynağı: Discogs

Şair ve memur baba, müzisyen anne, klasik müzik dışında sadece Ruhi Su’nun dinlenildiği Kadıköy’de bir ev… Kırılgan bir direnişçinin doğuşunu hissediyor olmalısınız…

Erkin Koray, kolay geçinilebilirliğiyle meşhur biri değil. Kimseye eyvallahı yok, politik davranabilen biri de değil ve bunun acısını çekiyor. Sahneye ilk çıktığı 50’li yıllardan itibaren rock’n roll tarzı ve tavırları nedeniyle defalarca fiziksel ve psikolojik saldırıya uğruyor ama geri durmuyor.

Yukarıdaki fotoğrafa bakmamız yeterli aslında… On yıllar sonrasına bile bir şeyi kanıtlamak ister gibi, bir tarafı Bowie’nin Aladdin Sane personası, diğer tarafı pandomim sanatçılarının gözyaşlarını hatırlatan bir yüz makyajı; açık, düz saçlarıyla, ne söylemek istediğini çok iyi bilir, sakin, neredeyse kayıtsız gözlerle bakıyor. Başka dünyaya geçebileceğimiz kapıyı aralamış, bizi içeri davet ediyor. Hiç değilse hayal etmemizi istiyor.

Koray, telif hakları yasası çıkmadan önce (ve hatta sonra da) hem yurtiçi hem yurtdışında hakları en çok ihlal edilen müzisyenlerden biri… Diğer yandan, fazla bilinmeyen, bazıları anonim türküleri ve bazı Arap bestelerini düzenleyip kendi ismiyle yayınladığını da biliyoruz.

Önceki yazılarda bahsetmeyi atladığım şöyle bir konu var; BaBa ZuLa’dan Murat Ertel, âşıkların, İslamiyet öncesi Türk kültürüyle en kuvvetli bağımız olduğunu düşünüyor, hatta BaBa ZuLa’nın bilinçaltımızda yaşayan âşıkların bir uzantısı olduğunu söylüyor. David Byrne’in de hâlâ yaşayan funk Anadolu ruhunu, Türkçe saykedelik müziği içinden duyabildiğini söylemiştik. 60’lar ve 70’lerde, hâlihazırda eski Türk ve Şaman ruhunu taşıyan Alevi âşıkların politikleşmesi, onları temel alan yeni neslin, Uzak Asya ve Batı kültürlerini Anadolu’da birleştirmesini sağlamıştı. Bana kalırsa Erkin Koray’ın buradaki en büyük rolü, dünyanın sayılı gitaristlerinden biri olmasının yanı sıra, Batı müziği ve Arabesk’i, yani bir Ortadoğu müziğini, Uzak Asya ruhu ve özgün funk enerjisini yayarak birleştirmesi…

Buna rağmen Erkin Koray bizim onu anladığımızdan o kadar emin değil. 1999‘da Barış Manço’yu kaybetmemizin ardından katıldığı Siyaset Meydanı’nda, müzisyenler olarak “bu memlekete bir tutam medeniyet getirmek için” çalıştıklarını anlatmaya çalışıyor. Çok acı ama onun ardından da bir anma programı yapılır mı, insanlar ne hisseder merak ediyor. İlerleyen yıllarda verdiği röportajlara bakıldığında ülke için endişelendiğini ama çaresiz hissetmeye başladığını görebiliyorsunuz. Telif ihlalleri devam ediyor, yurtdışının ilgisi artıyor ve Koray bizleri tamamen terk edip Kanada’ya (ya da ABD’ye?) yerleşiyor. 2012’de ABD’de çıkardığı Meçhul albümü, Erkin Koray’ın elektronik ortamda dinleyip ona ait telif hakkını ihlal etmeyeceğimiz yegâne albümü… Bir de resmi YouTube kanalındaki şarkı açıklamalarında, en azından bazılarının telifinin kurtarıldığını görebiliyoruz.

Yine de siz, size ait ve sakin ilk gece vaktinde kendinize bir iyilik yapın ve Erkin Koray’ın 1974 tarihli klasiği Elektronik Türküler’i baştan sona dinleyin. YouTube ses kalitesi Spotify’dan çok daha iyi, o yüzden lütfen lütfen YouTube’dan dinleyin. 🙂 İnsanların neden akıllarını yitirdiklerini anlayacaksınız… Çok şanslıysanız belki bir gün bir yerlerde orijinal plağı bile görebilirsiniz.

Barış Manço

Oğullarının ismini Doğukan ve Batıkan koymuş Barış Manço; dünyaya geliş, varoluş nedeninin insanlara bilgi aktarma üzerine kurulduğunu söylüyor. Müzikle, televizyon programlarıyla; gezdiği ülkeler ve kendi toplumu arasında kurduğu bağlarla bilgi, görgü, tecrübe aktarımı sağlamaya çalışıyor. 

Gidişinden hemen önce son albümü Mançoloji’yi kaydederken, ülkesi onu bile bıktırmış, artık yeni müzik yapmak istemiyor. 1999’da gidiyor, hemen ardından Batı’da yeniden keşfediliyor. Şu sıralar yabancı basın ve dinleyicilerin yorumlarında mitolojik kahraman gibi anılıyor.

Erkin Koray o da gittikten sonra Barış Manço kadar onu da umursar mıyız diye düşünmüş ya, hâlbuki Manço ailesi, diğer bir tarafta, katlanan bir borcun yıllarca sürecek senetleri, ipotekleri ve davalarıyla uğraşıyor. Manço isminden sonuna kadar faydalanılmak isteniyor ve aile birçok varlığı kaybediyor. Ailenin röportajlarda aslında hepimizin kaybettiğini özet cümlelerle anlatma durumda kalmasına, gazetelerin konuya bakıştaki kayıtsızlığına, hiçbirimizin hikâyeyi doğru dürüst bilmeyişine kırılıyorum…

Neyse ki Moda’daki Barış Manço Evi müzeye dönüşebiliyor. Evde kalmamızı gerektiren günlerin ardından, eğer şansınız olursa mutlaka gidip müzeye selam vermelisiniz. O zamana kadar Sözüm Meclisten Dışarı albümünü açıp Dönence’yle sarhoş olabilir, Kurtalan Ekspres’e saygı duruşunda bulunabilirsiniz…

Selda Bağcan

Selda Bağcan’ın sesi kalbinize direkt, hiç zorlanmadan giriyor. Acıtıyor, sonra iyileştiriyor.

Ancak insanların tası tarağı toplayıp İstanbul’da keşfe gelmelerine neden olan asıl şey; sesindeki haykırışın, Batı’yla aramızdaki gizli perdeyi bıçak gibi kesmesi ve Anadolu müziğindeki hüzün, birikim ve bilgeliği içlere doldurması… Bunların üzerine cayır cayır rock’n roll yapıyor. Yani tüm Türkçe saykedelik müziğin karakterini içinde taşıyor. Bu da onu tüm dünyada konser veren rock yıldızına dönüştürüyor.

Bağcan, komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle 1972’den 1992’ye kadar, yani 20 yıl TRT’de yasaklı kalıyor. 80’lerde defalarca hapse girip çıkıyor, yurtdışına çıkış yasağı yüzünden konser talepleri olduğu halde gidemiyor.

90’larda serbest piyasa sistemi oturunca, Bağcan ve diğer müzisyenler tehdit olmaktan çıkıyor, mümkün olduğunca müzik yapmaya devam ediyorlar ama artık halk da onlarla pek ilgilenmiyor.

İngiliz plak şirketi Finders Keepers, 2006’da Bağcan’ın şarkılarını tekrar yayımlıyor. Albüm dünyanın her yerinde kelimenin tam anlamıyla patlıyor. Türkiye’de telif hakları kültürümüz o kadar kötü ki, şirket bunu anlayınca Bağcan’ı dolandırıp Amerikalı video oyunlarına, DJ’lere, televizyon dizilerine ve plak şirketlerine yayın haklarını satıyor. Üzerine Amerikalı avukatlar da Finders Keepers’la işbirliği yapıyorlar. Dava bile açılamıyor.

Bağcan’sa mücadeleyi bırakmak zorunda kalıyor. İyi tarafından bakıp müziği dünyada duyulabildiği için mutlu…

Ama bu, aynı diğer müzisyenler, hatta şairler, yazarlar, ressamlar, tiyatrocular, sinemacılar gibi ülkesine kırgın olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Örneğin Batı’da tanındıktan sonra İKSV’nin ona ilgi göstermeye başladığını söyleyerek birlikte çalışmayı reddediyor.

Selda’yla tanışmak için Bağcan’ın kendi plak şirketi Majör Müzik Yapım’dan, tamamen kendi isteği ve seçtiği şarkılarla çıkan 40 Yılın 40 Şarkısı albümünü içiniz rahat dinleyebilirsiniz. Saygın bir plak şirketi Uzelli Kaset’ten çıkan albüm ya da 45’liklere de güvenebilirsiniz. Ancak diğer şirketlerden çıkanlara para vermeden veya stream etmeden önce lütfen en azından Ekşisözlük’ten profillerini araştırın, birçoğuna güvenilmemesi gerektiğini göreceksiniz.

Gaye Su Akyol

Farkında olalım ya da olmayalım Gaye Su Akyol müzik yapmayı seçtiği için şanslıyız.

Akyol, hem Kuzey Amerika ve Britanya müziğini, hem de tüm bu trend olma durumundan çok önce Türk müziğini öğreniyor. Bunların içinden, hiç de formülize edilmiş gibi tınlamayan kendi özgün müziğini buluyor, dünyanın kulak kesildiği ses de bu oluyor.

2019’da aldığı 2 ödülün konuşmasında, Elle – Stil Ödülleri Yılın Müzik Yıldızı ve Songlines – En İyi Sanatçı konuşmaları, herkesin tartışmaya cesaret edemeyeceği meseleleri dillendiriyor. Örneğin 15 senedir müzik yayını okuyan biri olarak hiç düşünmediğim bir şeyi sorguluyor: Dünya müziği nedir? ABD ve Britanya müziği asıl müzik, geri kalan hepsi “dünya müziği” midir?

Öyleyse Altın Gün’ün “En İyi Dünya Müziği” kategorisinde Grammy adayı olması gurur verdiği kadar ayrımcıdır da… Bizse bunu baştan kabul ediyoruz.

GSA, son albümüne ismini verdiği şarkısı İstikrarlı Hayal Hakikattir ile tüm iyi ve akıllı insanların susmak durumunda olduğu, korktuğu, kendilerine inançlarını kaybettiği ve daha iyinin nasıl olduğunu unuttuğu, yani “kötülerin kazandığı” bir zamanda bir şey yapmaya çağırıyor: Hayal kurmak.

Bir hayal dünyasında yaşamaktan değil, başka bir dünyaya dair, kolektif kurulmuş bir düşten bahsediyor.

Hayal dünyasında yaşamak bireysel sorumluluğu üzerinden attığı için kendi içinde bencildir ve bir noktadan sonra samimiyetini yitirir. Daha iyiye dair birlikte hayal edilen ve bunun için üreten bir dünyaysa gerçekliği değiştirebilir. Çünkü zaten; Brüksel’de bir konser salonunda, bizim göğsümüzün içinde, belki zihnimizdeki bir savaşta aranan soruların cevabı, sonsuz ihtimaller açan bir barış çağrısı ritminde, hiç hayal etmediğimiz, unutulmuş bir müzikten gelmiş bile… Şimdi de gerçekleşebilir öyleyse.

(Not: Seriden biraz bağımsız, bonus bölüm de yolda :))

Kapak fotoğrafı: kulturveyasam.com/