Biz Voleybol Ülkesi Miyiz?: Bir Antitez Olarak İstikrar
Filenin Sultanları’nın olağanüstü başarılarına tanıklık ederken arada çıkan televizyon reklamlarına dikkat ettiniz mi? Hep futbol ile özdeşleştirilen anlarda, futbol topunun yerini voleybolun aldığını gösteren ters köşe Vestel reklamları. Peki gerçekten 90’ların sonunda yükselişe geçen voleybol, futbolu alt etmeyi başardı mı, biz bir voleybol ülkesi olduk mu, olduysak da bunu nasıl başardık?
Ailemin yaşadığı Ege kasabasında yaz ayları genç-yaşlı, kadın-erkek demeden herkesi birleştiren bir etkinlik var: voleybol. Fakat akşam üstü voleybol oynamak için toplaşan bu kalabalık evlere dağılıp televizyonu açtığında ise tercih edilen spor çoğunlukla futbol, yer yer de basketbol oluyordu. Ta ki bu seneye kadar.
Filenin Sultanları, üç ay içerisinde iki kupa kazanırken uzun süredir yaşamadığımız kolektif bir his yaşattı bize. Bunu en son UEFA Euro 2008’de veya 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’nda yaşamışızdır belki de. Parkları ve meydanları doldurduk, yollarında bir olduk. (Daha önce benzer hisleri yaşarken şarkısıyla destek olan Tarkan’ın şimdi de Sultanlar’la beraber olması ayrıca güzel bir detay.) Onlar da sağ olsunlar, sadece sportif değil, aynı zamanda kültürel ve politik de bir başarı kazandılar.
Şimdi voleybol severlerin hakkını yemeyeyim, iki sene önce de güzel bir enerji vardı. Şu video mesela 2021 Ağustos’undan, üçüncü sırada bitireceğimiz 2021 Avrupa Şampiyonası’nın çeyrek final maçında kaydedilmiş. O gün 3-0’la yendiğimiz Polonya, bu seneki Avrupa Şampiyonası’nda da çeyrek finalde karşımıza geldi ve yine aynı skorla mağlup ettik.
Zaten başarıyı bu istikrar getiriyor. Filenin Sultanları’nı ve Türkiye voleybolunu diğerlerinden ayıran da bu. Başka sporlardaki gibi senelik veya bir jenerasyon sonra yok olacak bir başarı değil, yıllar boyu adım adım ilerleyerek elde edilen bir başarı görüyoruz. Socrates Dergi Genel Yayın Yönetmeni Caner Eler’in de dediği gibi, “Süreklilik ve istikrar konusunda genel olarak sporumuzda problem yaşayan bir ülkeyiz. Bunun temel sorunları tartışılır ama kadınlar voleybolu bunun antitezi gibi.“
Bu istikrar hem kulüp, hem milli takımlar düzeyinde sürdürülüyor bu arada. Yine Socrates Dergi’de yayınlanmış müthiş bir yazı, Vakıfbank Kadın Voleybol Takımı’nın bu istikrarı nasıl elde edildiğini açıklıyor. “Gelmiş geçmiş en iyi kadın voleybolcularımız” listesine tereddütsüz girecek olan Gözde-Özge Kırdar kardeşler ve şu sıralar biraz hakkı yenen Giovanni Guidetti’nin de dahil olduğu ekiple yapılan röportaj, bir lisenin spor salonunda antrenman yaparak başlayan Vakıfbank’ın nasıl Avrupa’nın zirvesine oturduğunu anlatıyor.
Guidetti’nin röportajdaki şu cümleleri, istikrarsız spor geçmişimizde spor politikalarındaki plansızlığın yanı sıra başka noktalara da dikkat çekiyor: “VakıfBank’a Almanya’dan gelmiştim. Bir Almanya’da, bir de Türkiye’de araba kullanın, tek bir ortak noktası olmadığını görürsünüz. Almanya’da oyunculardan on tekrar yapmalarını istediğinizde 12 kez yaparlar ki eksik, yanlış bir taraf kalmasın. Türkiye’ye gelelim. Hepsi değil ama bazı oyuncular, bunun tam tersidir. Tembel, profesyonellikten uzak… Üst düzeydeki oyuncuların işlerine Almanya’daki, Hollanda’daki, ABD’deki meslektaşları gibi yaklaştığını görürsünüz. Türkiye’de birçok böyle oyuncu var. Ama alt seviyedeki oyuncular için arada ciddi bir mantalite farkı olduğunu gözlemlemiştim.”
Tabii kendi standartlarına göre oldukça tembel bulduğu sporcuları fazlasıyla zorlayan Guidetti, öğrencileriyle bir sevgi-nefret ilişkisi de kurmuş. Kim bilir, bazı oyuncuları milli takıma neden çağırmadığına dair yapılan eleştirilerin arka planında da bu ilişki vardır.
Neyse, Guidetti’nin Vakıfbank’ı tanıyarak geçirdiği ilk senesi, play-off’un ilk maçında elenmesiyle sona eriyor. Futboldan alışkın olduğumuz bir durumdur; büyük umutlarla getirilen yabancı hoca, bazen sezonun tamamını bile göremeden kovulur. Guidetti de aynı sonu bekliyorken, tam tersi bir karşılık görüyor. Vakıfbank’ın hoca ile devam etmek istemesi, bir kırılma anı oluyor. Kulüp terapisti Sabri Erdoğan, futbolda asla göremeyeceğimiz bu olayı şöyle anlatıyor: “O gün en kolay iş Giovanni’yi, teknik ekibi, etraftaki insanları göndermek olurdu. Tekrar şans verilmesi, arkasında durulması bugünkü VakıfBank’ın doğmasına sebep oldu. Başarı için sabır göstermek çok önemli. Kulüp, o sabrı gösterdi.”
Vakıfbank’ın bu başarısı, tüm voleybol ekosistemine sirayet ediyor haliyle. Bugün baktığımızda Vakıfbank, Eczacıbaşı ve Fenerbahçe gibileri CEV Şampiyonlar Ligi’nin dişli ekipleri olmuş durumda. 2008’den beri Vakıfbank’ı çalıştıran Guidetti, 2017’de milli takımımızın da başına geçerek bu yazki zirvenin yapı taşlarını oluşturuyor. Bir gün sonra ne olacağı belli olmayan ülkemizde inanılmaz bir sistem kuran Türk voleybolu, 2019’da yapılan bu röportajda Gözde Kırdar’ın şu cümleleri kurabileceği bir noktaya geliyor sonunda: “Voleybolda bize artık final oynamak yetmiyor. Bir de futbola bak, Avrupa Şampiyonası’na kaldık diye bayram ilan edilecek.”
Futbol, hele ki Türkiye’de, popülerliği ile baş etmesi oldukça zor bir spor. 2016 yılında ligin adını “Vestel Venus Sultanlar Ligi” yaparak voleybola sponsor olmaya başlayan Vestel, maddi desteğin yanı sıra bu algıyla da mücadele etti ve 2021’de “Biz Voleybol Ülkesiyiz” sloganıyla çıkageldiler.
Milletler Ligi’ni üçüncülükle tamamlayıp Olimpiyatlar’a giden A Milli Voleybol Takımı’mız, son şampiyon Çin’i yenip çeyrek finallere yükseldiğinde dikkatleri üzerine çekmiş, voleybol ülkesi sloganının daha çok duyulmasını sağlamıştı. Futbol takımı ise Kırdar’ın bahsettiği “katılma hakkı kazandığımız için bayram ilan edilen” Avrupa Şampiyonası’ndan (Euro 2020) hüsranla dönüyordu. Tüm bunlara rağmen medyada tabii ki futbol ağırlıklıydı. Vestel, toplamda 7 Felis Ödülü kazanan voleybol reklamlarında buna da dikkat çekiyordu.
Yukarıdaki videoda yer alan sorunlar hala geçerli. Ülkemizin ataerkil spor kültüründe birçokları için basit bir transfer dedikodusu haberi herhangi bir voleybol maçından daha ilgi çekici. Bunu Sultanlar’ın başarılarını şakayla karışık küçümseyen tweet’lerde de görebiliyoruz, yanlış bir “transfer söylentisi haberi” yaptı diye ağır eleştiriye maruz kalan bir basın mensubuna karşı da görüyoruz. Futbolun -ve belki de ülkenin- içinde yer alan ve bizim de küçük yaşlardan itibaren maruz kaldığımız bu hırgür ve kavga dövüş, etkisini sürdürüyor. Voleybol Milli Takımı’mız ise bunun tam tersi bir pozitiflikte.
Tabii ki “daha pozitif” diye bir anda voleybol takip edelim demiyorum. Futbol da yer yer pozitif olabiliyor ama diğer sporların fiyat/performansına asla yetişemiyor. Futbol için verilen kavga, emek ve para yeterli bir başarı olarak geri dönmüyor. UEFA ülke puanımızın yükseldiği şu günlerde bile maddi olarak bizden değersiz liglerin gerisindeyiz. Hal böyle olunca da bir yöneticinin çıkıp “Bildiğiniz gibi Türkiye bir futbol ülkesidir” demesi abes kaçıyor.
Peki Türkiye bu muhteşem sloganı gerçekten takip edip ABD, Litvanya, Hindistan, Avustralya veya İskandinav ülkeleri gibi futboldan uzaklaşabilir mi? “Top oynamak” deyince akla futbolun geldiği, adım başı “PES kafe” olarak anılan PlayStation salonlarının olduğu bir coğrafyada, halı saha denince akla şu videodaki şeyin gelmesini çat diye sağlamak pek mümkün görünmüyor. Yazıda sıkça referans verdiğim Socrates Dergi’nin Youtube kanalında düzenli bir voleybol programı bile ancak bu sene başlayabildi, o da yine Vestel sponsorluğunda.
Pek araştırmadım ama popülarite sorunu globalde de var gibi geliyor bana. Ünlü spor sitesi Bleacher Report’ta bir voleybol sekmesi bile yok, son Avrupa şampiyonu İtalyanlar’ın La Gazetta Dello Sport’unda ise “diğer sporlar” sekmesinde yer alıyor ancak.
Popüler olmaması Filenin Sultanları’nın başarısına gölge düşürmemeli kesinlikle. Onlar ülkemizin takım sporlarında elde ettiği en büyük başarıyı elde ettiler ve bunu sporcuları giyiminden cinsel yönelimine dek eleştiriliyorken yaptılar. Avrupa şampiyonu olduklarında takımın kazanacağı paranın, bir futbolcunun imza parasına denk olduğu bir ekonomide yaptılar. Hep pozitif kalmayı, tüm heyecanlarına rağmen güzel mesajlar ve çok düzgün İngilizce röportajlar vermeyi başararak yaptılar. Müzede duracak iki kupa değil, Cumhuriyet değerlerini taşıyan sporcu idoller armağan ettiler ülkenin gençlerine. Ve tüm bunları bir anda şans eseri değil; Arzu Göllü, Özlem Özçelik, Esra Gümüş Kırıcı, Kırdar kardeşler, Naz Aydemir Akyol ve Neslihan Demir gibilerinin yarattığı mirasın üzerine koyarak yaptılar.
Peki bunu diğer sporlarda da yapamaz mıyız? Toksiklikten uzaklaştığımız, günübirlik başarıları değil uzun dönemli planlamayı tercih ettiğimiz, para basıp yaşlanan sporcuları getirerek başarı elde etmeye çalışmadığımız, antrenörlere daha fazla şans verdiğimiz, kovarken bile belli bir sistemden uzaklaşmadığımız (Guidetti yerine Santarelli getirip İtalyan ekolünü korumak gibi) ve altyapılara önem vererek bir değil her jenerasyonda başarılı oyuncular yetiştirebildiğimiz bir sistem kuramaz mıyız?
İstense yapılamayacak bir şey değil. Türkiye popülarite bakımından bir futbol ülkesi olarak kalabilir belki ama Voleybol Federasyonu Başkanı Mehmet Akif Üstündağ’ın da dediği gibi “bir spor ülkesi” olabiliriz aslında. Hele ki elimizde denenmiş ve tutmuş bir sistem ve federasyon varken.
Tüm bu LGBT’dir, tarifeli uçaktır derken artıp giden tartışmaların arasında şunu da unutmamak gerek, birkaç güne Japonya’ya yol alacak bu milli takım. 2024 Olimpiyatları’nda yüksek beklentiye sahip olduğumuz Filenin Sultanları, bu olimpiyatın eleme maçlarını oynayacak. İnanılmaz bir yoğunlukta oynanacak olan eleme fikstürüne şuradan ulaşabilirsiniz. Yazıyı kapatırken A Milli Kadın Voleybol Takımı’mızı tekrar tebrik ediyor ve eğer ki bir voleybol ülkesiysek herkesi 16 Eylül saat 07:00’da Paris 2024 Olimpiyat Elemeleri için ekran başına bekliyorum!
Kapak Fotoğrafı: Türkiye Voleybol Federasyonu
Benzer bir yazıyı yazmak istiyorum ki, sanırım voleybol ile ilgili The Magger'da ilk yazıyı 2 sene önce yazmıştım, konuya sportif mi yoksa politik mi yaklaşayım diye çok düşündüm ve sonra da politik yaklaşacağım bir yazının çok sert olacağına karar vererek yazmaktan vazgeçtim. Açıkça sizin yazınızı görünce çok sevindim; keza iki konuyu da güzel, net ve özet bir biçimde bir yazıda kapsayabilmişsiniz. Yazdığınız her kelimeye katılıyorum. Öte yandan şu görüşümü eklemek isterim ki görüşümü geçen gün kapalı bir online iş toplantısında dile getirdim ve açıkcası linç yememek için kamusal bir ortamda da dile getirmem: Voleybolun görece daha az popüler olması, ve hele de kadın voleybolu söz konusu olduğunda, bu başarının nedenlerinden biridir. Keza bir zamanlar Avrupa'nın en önemli ligi, kadınlarda ve erkeklerde, italyan Ligiydi. Erkeklerde hala öyle ama kadınlarda Türkiye Ligi açık ara en büyük lig. Bunun altında da büyük, finansal imkanı çok olan kuruluşların bu niş alana girmesi ve 1 milyon EURO fazla bir bütçenin büyük fark yaratması yatıyor. Futbolun geldiği noktada zaten bazı kulüpler ve ülkelerle baş etmeye imkan yok. Tabi sözünü ettiğiniz süreçlerin de devreye girmesiyle kadın voleybolu Türk Sporu'nun yüzakı haline geliyor. Bir de bu sporu yapanların aileleri yanında federasyon üyelerinin ve antrenörlerinin sosyo-ekonomik ve kültürel kökenleri de ayrıca bu farkın yaratılmasında bence önemli bir rol oynuyor. Bu arada Türk toplumunun futboldan vazgeçeceğini hiç düşünüyorum; keza futbol kadar Türk toplumuna, politik ve kültürel atmosferine uygun başka bir spor yok. Tekrar elinize sağlık. 👍 Sevgiler...
Çok teşekkürler yorumlarınız için. Ben de yazıyı yazmadan Magger'da voleybol içeriği var mı daha önce diye bakıp sizin yazınızı okuyup çok beğenmiştim 🙂
Bu arada popülarite konusunda da ABD'de kolej voleybol maçı için toplanan 90.000 izleyici ile rekor kırılmış. Yazıyı yazdıktan sonra gördüğüm için buraya iliştireyim ben de: https://www.espn.co.uk/college-sports/story/_/id/38294591/nebraska-volleyball-sets-world-record-attendance-women-sporting-event
çok teşekkürler hem yazımı beğenmeniz hem de bilgilendirme için. İnsanlar pek bilmez ama ABD sağlam bir voleybol ülkesidir ki zaten olimpiyat başarıları ve bu paylaştığınız bilgi bunu net bir şekilde gösteriyor. Sizin gibi spor ile entelektüel düzeyde ilgilenelerin sayısı biraz daha artsa spor başka bir seviyeye gelir.