İlk yorumu siz yazın!
Komedi ve Ruh Sağlığı: Çünkü Mecburen Devam
Eğer daha önce herhangi bir yazıma denk geldiyseniz ruh sağlığını kontrol altında tutmaya çalışan biri olduğumu muhtemelen anlamışsınızdır. Body dismophia, ADHD, anksiyete…. “You name it, i have it.” Ruh sağlığı sorunlarıyla ilgili en kötü şey, onlara sahipsiniz diye hayatınızı kolaylaştıracak hiçbir ayrıcalığa sahip olmamanızdır. O yüzden uçaklarda da söylendiği gibi “normal nefes almaya devam etmek” için hem hissettiklerinizi bir şekilde ifade etmeniz hem de zihninizi oyalamanız gerekiyor ve bu cümleyi yazarken dünyanın en “orijinal” tespitlerini dalında Emmy ödülünü kendi kafama fırlatmak istesem de bunun en iyi yolu komedi. O yüzden bugün hem yakın zamanda izlediğim bazı performanslara atıflar yapmak hem de komedi ve ruh sağlığı ilişkisinden bahsetmek istedim.
Komedyen Olmak: Zor
“Duygusal Savrulmalardan Kurtulmak, “Çok Hissedenler İçin Kabul ve Kararlılık Terapisi” diye bir kitap okumaya başladım. Eğer faydasını görürsem burada belki paylaşırım ama kitabı almamın temel nedeni “çok hissedenler” tanımını sevmemdi. Dramatik olmayan, çok net ve çok anlatmak istediğini anlatan bir tanım. Kesinlikle bir “çok hisseden”im ve hayat bu şekilde hiç konforlu değil. Üstelik ilginç olan şu ki “çok hisseden” insanların (kendim de dahil) ortaya çıkardıkları işler ve davranışlar bana çoğu zaman “cringe” hissettiriyor. Mesela ben yazdığım şeyler bir gün sonra bile beni utandırdığı için alıştığımız biçimde günlük tutamam, sesli şiir okunan her ortamdan koşarak kaçarım, sanatçıların kendi çalışmalarıyla ilgili verdileri röportajları ya da kendilerini anlatmalarını izleyemem, yazdığım şeylerin 7/10’undan nefret eder yarısından çoğunu da silerim. Ama aynı zamanda susamama, diğer insanların susmasından hoşlanmama sorunum da var. Sonuç olarak herhangi bir duygunun rahatsızlık hissi yaratılmadan ifade edilmesinin en iyi yolunun komediye yedirmek olduğunu düşünüyorum.
Komedyenleri gerçekten çok seviyorum. Gülmediklerim, keyif almadıklarım tabii ki var ama onları sadece dürüstlükleri için bile çok takdir ediyorum. “Değer” kavramının tamamen maddi bir şeylerle (finansal anlamda kullanmıyorum, statü vb. günümüzde bir insanı “değerli” yapan şey her neyse onu düşünebilirsiniz) ölçüldüğü ve “cool” olmanın güçlü bir ele sahip olmak anlamına geldiği bir dünyada dürüst olmak hiç kolay değil. Sahnede tek başına olmak, kendine dair bir şeyden söz etmek ve bir performansın yazarı, yönetmeni, kurgucusu ve diğer her şeyi olmak ayrıca zor. Üstelik tüm bu her şeyi ortaya koyma halinin sonunda edinilen maddi-manevi tatmin çok sınırlı. Bununla ilgili olarak yukarıda Tuz Biber Stand-up ekibinden Emre Günsal’ın hazırladığı Kulis Şov bölümünü bırakıyorum. Kendisini “Atatürk ve Mevlana’ya hakaret ettiği” gerekçesiyle mahkemelerde sürünen (!) komedyen olarak tanıyor olabilirsiniz 🙂
İnsan Olmak: Daha Zor
Komedyenler bana bir şeylerle derdi olan insanlar gibi geliyor ve bir şeylerle derdi olan, kendini zaman zaman “kötü” hissettiğini söylemekten kaçınmayan insanlara bayılırım. Bo Burnham’ın yukarıdaki şarkısı, Inside Netflix’e ilk düştüğü günden beri (bir şekilde izlemedinizse kesinlikle izleyin) kendimi iyi hissetmediğim anlarda açtığım bir paraşüte dönüştü. Çünkü “air-brushed” içerikler arasında hapsolduk ve dürüst olmak gerekirse hiçbir zaman çıkamayacağız. O yüzden aşağıdaki şarkının bu kadar basit ve doğru olmasına bayılıyorum: “Can I intrest you in everything all of the time?” Instagram’ı açıp harika anlardan, hayatlardan kesitler gördükten sonra Twitter’ı açıp siyasi, sosyal, psikolojik krizlere şahit oluyoruz, ikisini de kapatıp Youtube’da bir influencerın markalardan gelen hediye açılışına denk geliyoruz. Sonra tüm topladığımız verileri alıp harmanlayıp kendimize uyarlayıp bir persona yaratıyoruz ve hatta o personayı yaşıyoruz
İddiam ben sosyal medyayı böyle kullanmıyorum değil kesinlikle kullanıyorum. Zaten olay, içeriklerin sınırlanması, değişmesi vb. de değil. Sonuç olarak herkes bir şeyler yaşıyor ve bunların yalnızca iyi olanlarını paylaşıyor. Önemli olan bu yarattığı kıyas duygusuyla başa çıkmak ve “gerçek”le olan bağımızı tümüyle yitirmemek. Öyle ya da böyle, bir “derdi” olan komedi içerikleri de tam olarak bu noktada devreye giriyor. Evet insan sosyal bir varlık ve beyin kıyaslamaları durduramıyor. Tam da bu yüzden o beynin kendi yaşadığı sıkıntıların kendine özgü olmadığını görmeye ve hatta bunlara gülmeye ihtiyacı var. Yine kendinizi iyi hissetmediğiniz günlerde dönüp izleyebileceğiniz, Jim Norton, Tom Papa, Neal Brennan ve Maria Bamford’un şovlarından kesitler olan bir seriyi aşağı bırakıyorum.
Türkiye’de Komedyen/İnsan Olmak: En Zor
Komediye dair en güzel şeyse bence günlük bir konuşmada dile getiremeyeceğiniz her şeyi dile getirme ya da yargısızca dinleyebilme, onaylayabilme şansı sunması. Ruh sağlığı, cinsel yaşam, inançlar, trajediler… Tabulaştırmaya, yasak bölge ilan etmeye yatkın olduğumuz her şeyi dile getirebileceğimiz bir alan ihtiyaç var ve komedinin bunu yapmasına izin vermeyi gerçekten öğrenmemiz gerekiyor. Bir şaka rezalet, duyarsız ve kalitesiz olabilir o zaman “iğrenç olmuş, bu ne böyle” diye düşünmek ve gülmemek herkesin sonuna dek hakkı ama komedyenleri şikayet etmek, zorbalık uygulamak ve hatta tutuklanmalarına neden olmak ülkece halen atlayamadığımız bir eşik.
Özge Özel’in GAİN’de bulabileceğiniz ve benim çok eğlendiğim bu şovundan Instagram’da paylaşılan kesidin altına gelen yorumları görünce gerçekten muasır medeniyetler seviyesine gelmeye daha ne kadar çok yolumuz olduğunu bir kez daha hatırladım. Özellikle kadın komedyenlere dair iki temel iddia var. Birincisi komik olmadıkları ve işi bırakmaları gerektiği; ikincisi ayıplanmayı hak ettikleri, “ahlaksız”, “edepsiz” oldukları. Marvelous Mrs. Maisel izlerken karşılaştığımız yaklaşımın (ki dizi 1950-60’larda geçiyor) çok daha ağırını 2020’ler Türkiyesinde gördüğümüze halen inanamıyorum.
Hele ki muhalif, yenilikçi, modern vb. şekillerde adlandırabileceğimiz kitleden insanların komedyenlere benzer ağır eleştirilerde bulunmalarına ve hatta tutuklanmalarına neden olmalarına (Bknz. Emre Günsal ve Pınar Fidan vakaları) ayrıca şok oluyorum. Yakın zamanda izlediğim bir “roast”ta komedyenlerin Pete Davidson’ın 9/11’da ölen babasına ve Amerikalılar için son derece travmatik olan bu olaya dair yaptıkları şakaları görünce ister istemez aynısı Türkiye’de yaşansa kaç soruşturma açılırdı diye saymaktan kendimi alamadım. Özellikle birlikte dipsiz bir travma havuzu içerisinde yüzdüğümüz insanların, akıl sağlığımızı koruyabilmek için bazı şeylere gülmek zorunda olduğumuzu anlayamamasını inanılmaz buluyorum. Gerçek empati yoksunlarınınsa bazı konulara dair şakalar yapanlar değil, bu şakaların nasıl bir duygudan doğduğunu anlayamayanlar olduğuna inanıyorum. Deniz Göktaş’ın yukarıdaki röportajdaki sorulara verdiği yanıtlar bence Türkiye’de komediye dair pek çok şeyi açıklamak için yeterli. (Sorular tek tek ayrılmış dolayısıyla imleçle bakarak yalnızca ilginizi çeken soruların yanıtlarını dinleyebilirsiniz)
Özetle yine kimsenin bana vermediği yetkiye dayanarak haklımızı ironi ve sarkazma davet ediyor ve kadın komedyenlerin cinselliklerinden söz etmelerinden şikayetçi olan herkesin başına Elena Gabriella kadar taş düşsün diyorum. Komedinin gücüne inanmaya ve destek olmaya devam edeceğiz çünkü insan olmak çok zor ve mecburen devam etmek zorundayız.
Kapak Fotoğrafı: Unsplash.com/@bogomi
İlginizi çekebilir: Gizem Kalaç’tan Netflix’ten 5 Stand-up Önerisi
Çok kapsamlı ve derdini çok iyi anlatan bir yazı olmuş. İlginçtir ben de ruhsal sağlını sürekli ayakta tutmak zorunda olan biriyim ama hiç komedi sevmem; aksine, bir tür çivi çiviyi söker misali, depresif, melankolik ve ağır bunamlı şeylere saldırırım
teşekkür ederim, herkesin baş etme yöntemleri farklı farklı haha