Uykusuz Bir Rüya, Salim: Bilineni Yeniden Hatırlamak
Kurulduğu günden bu yana sahnelediği yerli ve yabancı oyunlarla toplumsal meselelere değinen ve bu yıl onuncu yılını kutlayan Tiyatro D22’nin yeni oyunu “Uykusuz Bir Rüya, Salim”, yer aldığı işlerde farkını ortaya koyan iki ismi bir araya getirmesi nedeniyle gördüğüm ilk an radarıma giren bir iş oldu. Yer aldığı ve yazdığı oyunlarla pek çok ödül kazanan Berkay Ateş’in kaleme aldığı ve oynadığı, tiyatro sahnesinin en yetkin isimlerinden Yiğit Sertdemir’in rejisini üstlendiği oyunu bu vesileyle ben de kısa süre önce izleme şansı yakaladım. Ailesi tarafından amcasının kebapçı dükkanında çalışmak üzere Adana’dan İstanbul’a gönderilen Salim’in başına gelenlerin anlatıldığı oyunda Salim’in hikayesiyle çok da yabancı olmadığımız bir dünyanın tam da ortasın sürükleniyoruz.
Keşke mi daha zordur kader mi? Bir soru düşünün ki izlediğiniz bir oyunda işittiğiniz bu kelimelerin etkisi zihnimizin ta en derinliklerine çarpıp yankılansın, yankılansın ve yankılanmaya devam etsin. Eve dönüş yolunda, uykuya dalmadan hemen önce, bir sonraki gün işte ve hayatın her anında… Sorunun kendisi kadar soranla da karşılaşmayı dilediğimizde Salim’le baş başa kalıyoruz. Bir tarafta tabanı ve arka planı dış dünyaya kapalı, diğer tüm yüzeyleri açık bir küp içindeki Salim, bir tarafta da tam karşısındaki seyirci koltuğunda biz.
Adana’da ailesi ile yaşarken, İstanbul’a amcasının yanına gönderilen fakat bu koca metropole gitmeye hiç de sıcak bakmayan biridir Salim. Öyle ya, ne yapacaktır İstanbul’da. Kaderin bir cilvesiyle geldiği kaotik, manevi anlamda her bir noktası kirli, ruhu daraltan bu şehir, onun için uykusuz gördüğü rüya hatta kabusların da tam merkezi olur. Çocukluğundan bu yana en çok bildiği duygu olan çaresizlikle tekrar baş başa kaldığı İstanbul’un bu yüzünü oyun süresince Salim’in bizzat tecrübe ettiği duygularla biz de tanık olurken onunla üzülüyor, heyecanlanıyor, seviniyor, hayal kırıklığına uğruyor, tedirgin oluyor ve korkuyoruz.
Yaşadığımız bu toprakların tanıdık yüzlerini, olaylarını ve belki de unutturulmak istenenlerini cömertçe paylaşmaktan çekinmeyen Uykusuz Bir Rüya, Salim’de tek kişilik bir performanstan çok daha fazlasına şahit oluyoruz. Berkay Ateş’in daracık bir alana sıkışan performansı ilmek ilmek işlenen metinle her dakika öyle bir büyüyor ki en nihayetinde dışarı taşıyor. Koca bir dünyanın içine hapsolduğu bu alan adeta bir Pandora’nın Kutusu oluverirken Salim’in bizde uyandırdığı o sıkı sıkıya sarılma hissi, kendisini her geçen dakika bir ihtiyaç haline dönüştürüyor. Metni üzerine ciddi emek verilmiş ve ağırlığı net biçimde hissedilen cümlelerin yer aldığı oyunda Berkay Ateş’in oyunculuğu kadar yazma noktasındaki kabiliyeti de sahnelerde görmek istediğimiz sanatçı profilinin de özel bir örneğini sunuyor. Bu yönüyle kendi adıma son derece memnun kaldığım metinde bazı noktaların tekrara düştüğünü ve yer yer de olsa tempoyu düşürdüğü kanaatine varsam da henüz yakın zamanda prömiyer gerçekleştiren oyunun zamanla iyice demlenip rayına oturacağını düşünüyorum.
Salim’i çoğu zaman içine sonsuza dek hapsedecek gibi bir çekim kuvvetiyle huzursuzluk atmosferi oluşturduğu ana mekan; onun rüyayla gerçekliği, geçmişle bugünü ve birbirine tezat düşen tüm insani duyguları bir yığın haline getirip siyah çöp poşetinin içerisine atıyor. Seyircisine yer yer politik atmosferin o zehirli havasını da solutan metin, muğlak yaşamlarımızda her birimizi Salim’lere dönüştüren bir gerçekliğin tam yansımasını sunuyor. Yiğit Sertdemir’in rejisiyle Ateş’in metnini ve performansını daha da yukarı taşıdığı oyunda ışık ve özellikle ses tasarımının başarısı, metne seviye atlatıyor. Temponun yükseldiği ve fiziksel eforun üst seviyeye ulaştığı son anlarda seyirciyi koltuğuna mıhlamayı başaran oyun, Salim’i yakın bir dostumuza dönüştürüyor. Tüm saflığı ve heyecanıyla…
Kapak Fotoğrafı: Ayşegül Karacan
İlginizi çekebilir: Gizem Kalaç’tan On Yıl Sonra
İlk yorumu siz yazın!