İlk yorumu siz yazın!
Veba Geceleri: Orhan Pamuk ve Son Romanı Üzerine
Bir yazar olarak Orhan Pamuk’un en önemli başarılarından ve erdemlerinden biri ilgi çekici, sağlam, derinlikli karakterler yaratmasıdır. Bu karakterler arasındaki farklı boyutta meydana gelen çatışmalar da onun romanlarını ilgi çekici hale getirir. Cevdet Bey ve Oğulları’ndaki Cevdet Bey, Beyaz Kale’deki Metin ve Hasan, Beyaz Ev’deki Paşa ve Köle ile Kara Kitap’taki Galip Pamuk karakterleri diğerleri arasında ön plana çıkarlar. Veba Geceleri de benzeri anlamda iz bırakabilecek karakterler sunuyor.
Başta Kolağası Kâmil, Doktor Nuri, Pakize Sultan ve Vali Sami Paşa ilk akla gelenler. Vali ile Bonkowski Paşa arasındaki çatışma; Doktor Nuri ile Vali arasındaki duruma göre değişen ama hep sezilen gerginlik Pamuk Edebiyatı’nın erdemlerini bize hafiften hissettiriyor. Öte yandan romanda karakterlerin, onların ruhsal durumlarının, aralarındaki çatışmaların değil de olay örgüsünün asli unsur olması bu karakterleri adeta karda bırakılan iz gibi geçici bir hale getiriyor. Tabi etrafında dönen garip tartışma yüzünden Kolağası Kâmil ileride de hatırlanacaktır; bunda bir şüphe yok.
Orhan Pamuk’un Modern Türk Edebiyatı’ndaki Yeri
Orhan Pamuk Modern Türk Edebiyatı’nın en tartışılan yazarı. Bir tarafta büyük hayranları diğer tarafta onu vatan haini olmakla, Türkçe bilmemekle, kimsenin anlamadığı şeyler yazmakla, hatta intihalle suçlayan iflah olmaz karşıtları. Pek çok kişi ‘Orhan Pamuk’a saldırmanın veya ona hayranlığın dayanılmaz hafifliğini veya duruma göre ağırlığını’ yaşıyor. Bu durum ise ağırlıklı olarak Orhan Pamuk’un edebiyatından, sanat anlayışından kaynaklanmıyor. Örneğin benim en sevdiğim yazarlardan ki bence Pamuk’tan çok daha iyi ama daha anlaşılmaz bir yazardır, Bilge Karasu hakkında böyle bir tartışma yok. Dolayısıyla Pamuk’un günümüz Türkiye’sinde, sanat ve edebiyat alanlarının çok ötesinde, çok daha geniş ve farklı bir toplumsal ve politik konumu var ve bu konumu yaratan olgu da belli: Pamuk’un aldığı Nobel Edebiyat Ödülü.
Benim Nobel başta olmak üzere edebiyat ve sanat ödüllerine bakış açımı ‘Peter Handke’nin Nobel Ödülü almasını değerlendirdiğim yazımı okuyanlar hatırlayacaktır. Ben ödüllere kategorik olarak karşıyım ve buna Nobel de dahil. Orhan Pamuk Nobel Ödülü alabilecek çapta bir edebiyatçı mıdır? Bu bambaşka, derin ve kapsamlı ayrı bir edebiyat bir tartışmasının konusu. (Öte yandan Bob Dylan’ın aldığı bir ödülü Pamuk bin kere hak eder, o da ayrı bir konu.) Öte yandan da günümüz koşullarında, normal bir ülkede, Nobel Edebiyat ödülünü almış bir yazarın adı sokaklara, müzelere verilir; ulusal gururun önemli bir parçası olarak kabul edilir. Beğenelim beğenmeyelim, Orhan Pamuk bugün belki de dünyada en çok bilinen-tanınan Türk. Kitapları toplam 63 dilde yaklaşık 15 milyon satan bir yazar.
Nobel ödülü etrafında dönen tartışmaları kısaca hatırlayalım. Öncelikle Pamuk ‘başarılı olanı aşağı çekme alışkanlığı; her başarıda ve ödülde bir bit yeniği, bir hile, iltimas arama ve ona bir kulp takma’ gibi geleneksel davranışlarımıza kurban gitti. Nobel Edebiyat ödülünü örneğin Yaşar Kemal alsaydı kimi çevreler ‘gomonist’e ödül verdiler diyeceklerdi. Ahmet Hamdi Tanpınar alsaydı, ‘onu yeteri kadar ilerici veya ‘aydın’ bulmayanlar çıkacaktı. Orhan Pamuk da Türkçe bilmemekle, yazdıklarını ‘anlaşılmamak’ üzere yazdığı, intihal yaptığı (özellikle Beyaz Kale romanı etrafında böyle bir tartışma döndü.) gibi ithamlara maruz kaldı. Öte yandan Pamuk’un ödülü etrafındaki tartışmaların sertliğinin asıl nedeni edebi değildir. Üzerinden 15 yıl geçmesine rağmen etkileri hala devam eden politik ve toplumsal bir hezeyanın kurbanı oldu Pamuk. Bir gazete röportajında söylediği bir söz yüzünden toplumsal bir linçe uğradı, hakkında ‘Türk Halkını alenen aşağılamaktan’ TCK 301. Maddeden dava açıldı. O dönemde ölüm tehditleri aldı, hala bile Türkiye’de koruma ile geziyor. Bu durum o kadar ileri gitti ki dönemin Cumhurbaşkanı Nobel almış tek Türk (Aziz Sancar da Türkiye doğumlu ama Türk asıllı ABD vatandaşı) olan Orhan Pamuk’u tebrik etmedi.
Bundan önceki son yazıma konu olan cahiller ve cahillik de bir olgu olarak Orhan Pamuk ile ilgili tartışmaların ki bu sadece onu eleştirmenin değil anlamadan sevmenin-seviyor gözükmenin, önemli bir halkasını oluşturur. ‘Nobel ödülünün kimlere nasıl verildiğini bilmeden Pamuk’a yapılan “vatanını sattı, Nobel aldı” suçlamaları bu cehaletin bir yansımasıdır. Hatta bu yazıya konu olan son romanı ile ilgili yapılan bir saldırıda da şöyle deniyor: ‘Pamuk bir Nobel daha almak için yine ülkesine saldırıyor’. Bu sayede de bir değil ikinci Nobel’i almak için Türkiye’ye saldırmak yeterli(!) olduğunu görmüş oluyoruz. (Bu arada kısa bir bilgi notu: İki kere Nobel almayı başaran tarihte 4 isim var. Bunların üç tanesi farklı dallarda almış ödülleri. Aynı dalda iki kere ödülü alan ise tek bir kişi: John Bardeen, ilk önce BJT Transistör’ün keşfi ile 1956’da yıllar sonra 1972’de ise süper iletkenlik hususunda yaptığı çalışmalarla bu ödülü alıyor.Birden fazla ödül olanların biri dışında da tamamı da bilim alanında almışlar bu ödülleri. Amerikalı kimyacı L.Pauling 1954 yılında Nobel Kimya, 1962’de ise Nobel Barış Ödülü’nü almış. Uluslararası Haç Örgütü ve BM Mülteciler Yüksek Komiserliği de kurum olarak birden fazla Nobel Barış ödülü almışlar.)
Bunların yanında bir de ‘’Orhan Pamuk yeteri kadar muhalif değil; kendisi bir aydın değil’’ diyen grup var. Tabi bunlar da sanatı ve edebiyatı ‘politik bir araç’, sanatçıları da ‘politik kişiler’ olarak görmeye alışmış kişiler. Pamuk, The New York Times’da dendiği gibi ‘ne bir ideolog ne bir siyasetçi ne de bir gazeteci. Orhan Pamuk büyük bir romancı’. Ben bu sözün ilk bölümüne katılıyorum; keza benim için büyük değil çok iyi bir romancıdır. Pamuk bir yazar; kimileri için büyük kimileri için kötü olabilir ama her şeyin ötesinde bir yazar ve bir edebiyatçı. Ne milli-manevi değerlerin yılmaz bekçisi ne de muhalif ve demokrasi kahramanı olmak gibi bir görevi ve sorumluluğu yok. Bu girişten sonra gelelim yazının ana konusuna; Orhan Pamuk edebiyatına ve son romanı Veba Geceleri’ne.
Veba Geceleri
Hem Türk hem yabancı çok fazla Pamuk hayranı ile karşılaştım. Çoğuyla ortak bir nokta paylaşıyorduk: hepsinin de en favori Pamuk romanları Beyaz Kale ve Kara Kitap’tı. Orhan Pamuk ile tanışmam ortaokul-lise yıllarıma, 80lerin sonu 1990’ların başına rastlar. Gazetede okuduğum ‘Yaşar Kemal’den sonra Nobel çevrelerinde bir Türkün adı daha geçiyor: Orhan Pamuk’ haberi sonrasında adını çok duyduğum ama henüz okumaya başlamadığım (o dönem yoğun bir okuma kampına almıştım kendimi. Dünya ve Türk Edebiyatı’nda tüm önemli yapıtları kronolojik bir sıra ile okuyordum. Haliyle de Orhan Pamuk’a sıra gelmemişti.) Pamuk’u büyük bir iştahla okumaya başladım. İlk okuduğum romanı Beyaz Kale oldu. Çok başarılı bulduğum ve o dönem için çok farklı anlatı tarzı ile beni etkileyen bir yapıttı. Sonra ikinci romanı olan Sessiz Ev geldi. 1-2 günde bitirdiğim çok başarılı bulduğum bir başka roman oldu. Elbette daha klasik anlatı yapısıyla bir Beyaz Kale kadar beni etkilemedi ama o da güçlü bir romandı.
Sonra da Kara Kitap geldi. Kara Kitap, Yıldız Ecevit’in Orhan Pamuk’u okumak kitabında da sözünü ettiği üzere Türk Edebiyatı’nda bir dönem noktasıdır. Avangart edebiyatın Türkçe’deki en önemli örneklerinden biri, belki de en bilinenidir. Günümüzde bile bence aşılamamış, kült bir kitaptır ve Orhan Pamuk’un başyapıtıdır. Sonrasında da Orhan Pamuk’un okuduğum son romanı Benim Adım Kırmızı geldi. Kitap, Pamuk’un yurtdışında en çok okunan ve ilgi gören romanı oldu. Ben açıkçası önceki romanları kadar başarılı bulamadım ve sonrasındaki Kar ile de Orhan Pamuk okuma serüvenim sona erdi ta ki son romanı Veba Geceleri’ne kadar.
İtiraf edeyim, Orhan Pamuk benim en sevdiğim Türk yazarları arasında yer almaz. (İlk sıralarda Yusuf Atılgan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nahid Sırrı Örik, Bilge Karasu ve İbrahim Yıldırım yer alır. Halit Ziya Uşaklıgil, Hasan Ali Toptaş, Nedim Gürsel de çok okuduğum yazarlardır.). Ayrıca şahsi görüşüm, Nobel Edebiyat Ödülü’nü hakkedecek derecede de bir edebiyatçı değildir. Öte yandan Bob Dylan, V.S. Naipaul, Eyvind Johson’un ödül aldığı bir yerde de ödülü sonuna kadar hak eder.
Orhan Pamuk ile ilgili söz söylerken kendimi genel güruhtan ayırmak isterim. Onu salt bir edebiyatçı olarak değerlendiririm tıpkı diğer tüm yazarları değerlendirdiğim gibi. Dolayısıyla da son romanı Veba Geceleri’ni de bir okur bir edebiyatsever olarak ama tüm sanat yapıtlarına yaklaştığım gibi tamamen öznel bir süzgeçten geçirerek kendi zevk ve edebiyat anlayışım bağlamında okudum ve değerlendirdim. Başka bir deyişle bu yazıda ne ülkesine küfür ettiği ne aydın sorumluluğuna sahip olmadığı ne de sadece kitapları çıktığında konuştuğu iddia edilen bir Orhan Pamuk var. Bu yazıda sadece yazar-romancı Orhan Pamuk var.
Yazının sonunda söyleyeceğimi şimdiden söyleyeyim: Veba Geceleri kendi içinde erdemleri olan, belli bir sürükleyiciliğe sahip, merak uyandıran tarih soslu bir macera romanı bir polisiye. Romanı bir tarihsel fantezi olarak da tanımlayabiliriz. Bir tür yazarı için, örneğin Ahmet Ümit, için iyi sayılabilecek roman Orhan Pamuk çapında, hele de Nobel’e layık görülmüş bir yazar için bana göre ortalama bir çalışma. Bu görüşümde elbette Orhan Pamuk’un 5 yıl bir aradan sonra çıkaracağı romandan yüksek bir beklentimin olması etkili önemli ölçüde.
Romanın detaylı bir analizine geçmeden diline ve kurgusuna değinmek gerektiğini düşünüyorum. Veba Geceleri açık ara Pamuk’un romanları içinde en sade dile sahip roman. Okurun içine en kolay girebileceği, dilin bir engel oluşturmayacağı Pamuk romanı. Kurgusu da örneklerini bazı yabancı yazarlarda gördüğümüz tipik bir tarihsel-politik bir macera, bir polisiye.
Bir tesadüf olarak Pamuk’un kendi deyişiyle üzerinde 40 yıldır düşündüğü salgın hakkında bir romanın son 100 yılın en büyük küresel salgına denk gelmesi romanı ilgi çekici kılan önemli bir olgu. Yazarın kendi sözlerinden anladığımız kadarıyla Covid-19 salgını romanın yayın tarihini öne çekmiş ki bu da yayıncılık sektörü açısından anlaşılabilir bir durum. Dolayısıyla romanın konjonktürle birlikte çok daha ilgi vereceği açık.
Romana gelirsek… öncelikle boyutu: Veba Geceleri bence gereksiz uzun ve bu uzunluktan kaynaklı olarak da ağır ilerleyen bir roman. Kimi sayfalarda gezinirken sonrasını merak ediyor ve hızlı okumaya başlıyorsunuz ama sonrasında bir anda tempo düşüyor. Romanın bu kadar uzun olmasının başlıca sebebi, bizzat Pamuk’un kendi açıklamasına dayanarak yapıyorum bu yorumu, romanda birden fazla temanın ve bu temalara bağlı olarak da karakterlerin ve hikayelerin çok olması. Ana fonda bir veba salgını var ama onun etrafında; kimi zaman doğrudan onunla ilişkili kimi zaman bağımsız farklı aşk hikayeleri, politik mevzular, bir cinayetin çözümlenmesinin hikayesine dayanan polisiye hikayeler, II. Abdülhamit’in saltanatı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine ilişkin tarihi analizler karşımıza çok boyutlu bir yapıt koyuyor. Postane baskını ile de bir anda roman bambaşka bir boyuta evriliyor ve adeta roman içinde yeni bir roman başlıyor.
Zaten temaların ve karakterin çeşitliliği dolayısıyla çok fazla bölümün olduğu; bazı bölümlerin kendi içinde adeta küçük bir roman gibi kurgulandığı yapıtta Pamuk adeta devam romanını da tek bir yapıta sıkıştırmış. Sonuçta da ortaya oradan oraya savrulan 537 sayfa çıkmış. Bu savrulma sadece ritimde değil edebi haz alma sürecini de etkiliyor. Kitaptaki her bölümün edebi lezzeti de farklı. Kimi bölümlerde gerçekten Pamuk’un kaleminin ritmine ve ustalığına kapılıyorsunuz kimi bölümleri de adeta atlamak istiyorsunuz. Farkındayım; bu bazı okuyuculara için çoklu tema ve karakter yapısı; yapbozlu çok boyutlu kurgu çok olumlu gelebilir. Bence ana temadan saptıkça roman zaman zaman ritmini ve edebi niteliğini kaybediyor. Ben Vali ve Bonkowski Paşa arasındaki çatışmayı; Osmanlı Hanedanı’nın son döneminde içinde bulunduğu çalkantılı durumu, bir büyük aile olarak hanedan için ilişkileri ve özellikle Pakize Sultan karakteri özelinde son dönem bir Osmanlı kadın sultanın hislerini ve buhranlarını daha yoğun görmek isterdim. Hatta itiraf edeyim, Osmanlı taşrasında gerçekleşen bir salgın fonunda Doktor Nuri ve Pakize Sultan arasındaki ilişkiye odaklanmış kompakt tarihi bir romanı daha ilgi çekici bulurdum.
Pamuk anlamadığım bir şekilde Kemal Tahir’e özenmiş adeta. Kendisi T24 TV’de Murat Sabuncu’ya verdiği röportajda ‘Tahir’i sevdiğini’ söylüyor ama onun üslubuna benzer bir yaklaşım açık söyleyeyim beklemiyordum Pamuktan. Nedir Tahir üslubu? Romanı tarih, politika ve ekonomiye dair görüşlerini aktarmak için bir araç olarak kullanmak. Bu üslup yüzünden okur bir noktadan sonra düşünsel bir tartışma metni mi yoksa bir edebi yapıt mı okuyor ikilemi içine düşer. Bu okuyucuda adeta yazar sıkışınca romana devam etmek için sayfalarca karakterlerine tarih, ekonomi, politika dersi veriyor hissi uyandırır. Örneğin Kurt Kanunu’nda Tahir spekülatif bir tarih metni ortaya koyar, Kara Kemal ağzından milli sermaye ve burjuvazinin önemi üzerine görüşler anlattırır. Tahir’in dilinde, kurgusunda ve akıcılığında büyük sorunlar yoktur; bilakis bu alanlarda da usta bir yazardır. Öte yandan koskoca bir kitap, içindeki savlar ve büyük sözler söyleme isteğinde kaybolur.
Bu romanında da Pamuk bize II. Abdülhamit’in Panislamizm anlayışı ve dış politikası üzerine karakterleri ve romanın kurgusu dolayısıyla tarihçi Mina Mingerli aracılığıyla açıklamalar yaptırır, adeta ders verir. Abdülhamit’in konu olduğu, hatta adını verdiği anıtsal romanı ‘Sultan Hamid Düşerken’de Nahid Sırrı Örik tarih anlatısını epik, neredeyse mitolojik bir edebi boyutta yapar. Bu romanda bazı anlarda (Pakize Sultan’ın amcası Abdülhamit ile ilişkisini anlattığı veya Abdülhamit’in en sevdiği şehzadesi ile anısı’ aktardığında) Pamuk benzer bir edebi üsluba ve lezzete yaklaşıyor ama birden tarih dersleri kaldığı yerden devam ediyor. Konu bir şekilde Abdülhamid olunca – Pamuk’un romanında padişah karakter bile değil ama neredeyse her dört sayfada bir adı geçecek kadar romana etki yapıyor- okuyucu ister istemez, bu Pamuğa bir haksızlık olarak görülebilir, Örik ile kıyaslama yapıyor.
Bir yazar olarak Orhan Pamuk’un en önemli başarılarından ve erdemlerinden biri ilgi çekici, sağlam, derinlikli karakterler yaratmasıdır. Bu karakterler arasındaki farklı boyutta meydana gelen çatışmalar da onun romanlarını ilgi çekici hale getirir. Cevdet Bey ve Oğulları’ndaki Cevdet Bey, Beyaz Kale’deki Metin ve Hasan, Beyaz Ev’deki Paşa ve Köle ile Kara Kitap’taki Galip Pamuk karakterleri diğerleri arasında ön plana çıkarlar. Bu roman da benzeri anlamda iz bırakabilecek karakterler var. Başta Kolağası Kâmil, Doktor Nuri, Pakize Sultan ve Vali Sami Paşa ilk akla gelenler. Vali ile Bonkowski Paşa arasındaki çatışma; Doktor Nuri ile Vali arasındaki duruma göre değişen ama hep sezilen gerginlik Pamuk Edebiyatı’nın erdemlerini bize hafiften hissettiriyor. Öte yandan romanda karakterlerin, onların ruhsal durumlarının, aralarındaki çatışmaların değil de olay örgüsünün asli unsur olması bu karakterleri adeta karda bırakılan iz gibi geçici bir hale getiriyor. Tabi etrafında dönen garip tartışma yüzünden Kolağası Kâmil ileride de hatırlanacaktır; bunda bir şüphe yok.
Çok yakın zamanda dinlediğim bir canlı yayın konuşmasında Orhan Pamuk bu romanı ile Kar arasında bir ilişki ve benzerlik olduğunu ifade etti. Ben de romanı okurken beni eskilerden bu Pamuk romanının bazı anlarda çağırdığını hissediyordum: Bir tarafta ülkenin en batısında bir tarafta ise en doğusunda bulunan fiziki ve ruhsal olarak taşrada sıkışmış karakterler… Bir tarafta 20.Yüzyıl’un başında etnik ve dini çatışmalara gebe bir ada halkı diğer tarafta 21. Yüzyılın başında politik olarak bölünmüş bir toplum… Bir tarafta veba salgını diğer tarafta ise kar o coğrafyayı deyim yerindeyse tarihten ve zamandan koparıyor; kendi başına kendi gerçekliğiyle baş başa bırakıyor. Pamuk bu benzerliğin de bir rastlantı değil kendi seçimi olduğunu ifade ediyor. Kendi adıma Kar benzerliğinin roman adına olumlu olduğunu pek söyleyemem.
Orhan Pamuk bu romanını beğendiğini, kendi sözleri ile ‘iyi olduğunu bildiğini’ söyledi. Roman yukarıda açıklamaya çalıştığım sorunlara, aksaklıklara ve uzunluğuna rağmen sıkıcı değil; bilakis sonunu merak ettiren bir konuya sahip. Kimi anlarda temposunu arttırıyor; hatta Pamuk’un yazdığı tek senaryo olan Gizli Yüz’den çok daha sinematografik bir niteliği var yapıtının. Roman bir film, hatta bir Netflix dizisi olarak uyarlanırsa şaşırmam.
Pamuk’un da ifadesiyle ‘sağlam bir arka plan araştırmasına’ dayanan ve yakın tarihçi dostlarından (kendisinden ders alma şansına eriştiğim değerli hocam büyük tarihçi Ethem Eldem de bu isimler arasında) aldığı fikirler sayesinde romanın tarihi bağlamı çok sağlam. Nitekim Pamuk’un da başarıyla yaptığı şeylerden biri de bu: Edebi bir yapıt olarak roman için bazen fazla gereksiz detay ve bilgi içermesine rağmen Pamuk, vebanın tıbbi boyutu yanında, tarihsel, toplumsal ve politik perspektif içinden hastalığın bu boyutlarını ortaya koyuyor. Benzer bir şekilde roman yıkılmak üzere olan Osmanlı İmparatorluğu’nun 20. Yüzyıl başındaki merkez ve taşra bürokrasini bütün zaaflarıyla tarif ediyor. Bu açıdan romanın belli sayfalarında bir tür ‘belge roman’ üslubunun hissedildiğini de söylemek mümkün.
Veba Geceleri, tarihsel ve politik arka planı, karakterlerinin sayısı, iç içe geçmiş olay örgüleri ve anlattığı olayların boyutlarının büyüklüğü ve kapsamı dolayısıyla 500 sayfanın üzerindeki kalınlığıyla epik bir roman olmaya aday bir yapıt. Benim görüşüme göre maalesef Pamuk bu fırsatı kaçırmış ve epik olmak yerine, tarihsel polisiye ile fantezi olmayı tercih eden bir roman yazmış.
Etrafındaki tartışmaların (özellikle Kolağası Kamil’in Atatürk’ü temsil ettiği iddiası başta olmak üzere) ülke gündeminin yoğunluğuna bağlı olarak saman alevi gibi parlayıp sönmesine rağmen romanı özellikle de ilk çıktığı günlerde gündemde tuttuğunu düşünüyorum. Sağlam tarihsel bağlamı ve bu kapsamda son dönem Osmanlı tarihine ilişkin öğretici boyutuyla; içine kolay girilmeye izin veren dili, konusunun ve karakterinin çeşitliliği ve belki de en önemlisi zamanlamasıyla kendi içinde başarılı sayılabilecek olan bu romanın Türkiye’de ve dünyada ciddi ilgi göreceğini tahmin etmek zor değil.
Roman bende yıllar sonra yeniden Orhan Pamuk edebiyatı üzerine düşünme; Kara Kitap’ı bir kez daha okuma ve değerlendirme isteği uyandırdı. Şu anda Kara Kitap’ı yeniden okumaya başladım. Belki de Kara Kitap üzerine yazarım yakında…
Kapak Fotoğrafı: Haber7
İlginizi çekebilir: Elif Nur Uyanık’tan Kırmızı Saçlı Kız
Yazınızdaki birçok tespite katılıyorum, özellikle girizgahı ve genel olarak güzel bir yazı olmuş. Yalnız Orhan Pamuk'un çok katmanlı yazdığını düşünüyorum, birinci katmanda başı sonu olan bir hikaye var ve bütün okurlar bu katmanı takip edebiliyor. Fakat diğer katmanlarda bir edebiyatçı olarak kurmacanın sınırlarını zorlayan ve edebiyat severlere böylede olurmuş dedirten yenilikçi ve yıkıcı bir yaklaşımı var. Bu arada bence yaşayan en büyük romancıdır.