İlk yorumu siz yazın!
Wes Anderson Sineması: Renkli Dünyaların Melankolisi
Simetrik kadrajlar, kontrast renkler, alışılmadık karakterler, absürt bir mizah anlayışı ile özenle yazılmış diyaloglar ve Amerikan bağımsız sinemasının nevi şahsına münhasır yönetmeni; Wes Anderson. Bazılarımız onu 2021 yılında vizyona giren son işi “French Dispatch” ile tanıdı, bazılarımız en çok sevilen işleri “The Grand Budapest Hotel” ve “Fantastic Mr. Fox” ile Wes Anderson sinemasını çoktan sevmeye başlamışlardı bile. Size de olur mu bilmiyorum ama herhangi bir Wes Anderson filmi izledikten sonra tanımlayamadığım ama çok tanıdık bir hüzün kaplar içimi. İşte tam da bu sebepten dolayı bu yazımda size Wes Anderson’ın renkli dünyalarındaki melankolik karakterlerden bahsetmek istiyorum.
Wes Anderson Sineması
Bottle Rocket (1996)
“I don’t expect you to be as depressed as I am. But I don’t think your happiness is quite appropriate.”
Wes Anderson’ın ilk göz ağrısı filmi olma özelliği taşıyan Bottle Rocket’da, akıl hastesinden yeni çıkan Anthony ve en yakın arkadaşı Dignan’ın hollywood parodi filmlerini aratmayan soygunlarını, arkadaşlıklarını ve başlarına gelenleri izliyoruz. Bu film, çok sevdiğim Wes Anderson repliklerinden birini barındıyor. Yaptıkları soygundan mutsuz olan Anthony soygundan dolayı keyfi yerinde olan Dignan’a şöyle der: “Benim kadar depresif olmanı beklemiyorum. Ama mutluluğunun çok uygun olduğunu da düşünmüyorum.” Seni anlıyoruz Anthony, seni çok iyi anlıyoruz…
Rushmore (1998)
“Mmm I’m a little bit lonely these days.”
Rushmore’da, “sevdiğin bir şey bul ve onu hayatının sonuna kadar yap” diyen liseli Max’in kendisi ile olan ve mücadelesini ve Herman Blume ile başlayan dostluklarını izliyoruz. Blume, filmde karısı tarafından terk edilmiş, baş edilmesi güç çocukları olan zengin bir iş adamını canlandırıyor. Blume’un ruhsal durumunu en iyi tarif eden sahne ise şöyle; oğullarının partisinde keyifsiz ve durgun bir halde suya tenis topları atar ve ağzında sigarası elinde viski bardağı olduğu halde tramplene çıkar. Havuzun etrafında oturanların nefret dolu bakışlarına rağmen herkese su sıçratarak suya atlar ve havuzun dibinde cenin pozisyonunda kalmaya devam eder.
Filmin sonlarına doğru sevgilisinin de onu terk etmesiyle Blume, içinde bulunduğu yaşam bunalımını anlatmak için şöyle der; “Mmm, bugünlerde biraz yalnızım.”
French Dispatch (2021)
“Maybe, with good luck, we’ll find what eluded us in the places we once called home.”
French Dispatch’de “yurtdışında yaşayan bir yabancı olmak” ile ilgili anlatılan üçüncü yani son hikayede şef Nescaffier yaşamında eksik kalan şeyleri şu cümlelerle ifade ediyor. Roebuck Wright: Cesaretinize hayranım, Teğmen. Nescaffier: Cesur değilim. Sadece herkes için hayal kırıklığı olacak havamda değildim. Ben bir yabancıyım, biliyorsun. Roebuck Wrigh: Bu şehir bizim gibilerle dolu, değil mi? Ben de onlardan biriyim. Nescaffier: Eksik bir şey arıyorum. Geride kalan eksik bir şeyi. Roebuck Wrigh: Belki, şansımız yaver giderse, bir zamanlar evimiz dediğimiz yerlerde elimizden kaçanları buluruz.
Moonrise Kingdom (2012)
“I Hope The Roof Flies Off And I Get Sucked Up Into Space.”
Wes Anderson’ın en çok sevilen işlerinden biri olan Moonrise Kingdom’da 12 yaşında birbirlerine aşık ve kaçma planları yapan Sam ve Suzy’nin macerasını izliyoruz. Sam, onu yetimhaneye geri göndermek isteyen bir koruyucu aile ile yaşayan ve biraz tuhaf olması sebebiyle arkadaşları tarafından dışlanan bir çocuktur. Suzy ise mutsuz bir anne-baba ile yaşayan tuhaf ve problemli kabul edilen bir çocuktur hatta Sam ile kaçarken Suzy’nin yanında evden aldığı “How to Deal With a Very Troubled Child (Çok Sorunlu Bir Çocukla Nasıl Başa Çıkılır?)” isimli bir kitap bulunmaktadır. Filmde Sam ve Suzy arasında geçen şöyle bir diyalog vardır.
Sam: Artık gerçek bir ailede olduğumu hissediyorum. Seninki gibi değil ama benzer bir aile. Suzy: Her zaman öksüz olmayı istemişimdir. En sevdiğim karakterlerin çoğu öyledir. Bence hayatlarınız bizimkinden çok daha özel. Sam: Seni seviyorum ama sen neden bahsettiğini bilmiyorsun. Suzy: Ben de seni seviyorum. Sam ve Suzy arasında bunlar konuşulurken Suzy’nin evden kaçtığını öğrenen ve çocuğuyla nasıl baş etmesi gerektiğini bilmeyen depresif babası da şu cümleyi kurar: “Umarım çatı uçar gider ve uzaya fırlarım.”
The Life Aquatic with Steve Zissou (2004)
“I wonder if it remembers me.”
Bu film başlı başına hüzünlü gönülçelen filmi olup film boyunca çalan David Bowie şarkıları da cabasıdır. Film boyunca eskiden başarılı bir belgesel yapımcısı olan Steve Zissou’nun sanatsal ve kişisel bunalımına tanıklık etmekteyiz. Zissou, sadece toplum içindeki prestij kaybından dolayı değil aksine melankolik kahramanların çoğu gibi içini yiyip bitiren sorular sormaktadır kendine: “Tekrar başarılı olabilecek miyim?”, “Benim neyim var?” Son girişiminin de başarısız olacağını gören Zissou, “Beni hayal kırıklığına uğratan benim, kendimden başkası değil.” diyerek içinde bulunduğu bunalımı ifade eder. Filmin son sahnesinde ise Zissou’nun arkadaşının ölümüne sebep olan balığı uzun bir aradan sonra gördüğü acı-tatlı bir ana şahitlik ederiz ve Zissou şöyle der: “Acaba beni hatırlamış mıdır?”
Darjeeling Limited (2007)
“I wonder if the three of us would’ve been friends in real life. Not as brothers, but as people.”
Wes Anderson’ın en iyi işleri arasında değerlendirilmese de benim en sevdiğim filmidir. Tam bir yasla baş etme manifestosu olan filmde üç kardeş Hindistan’da trenle bir yolculuğa çıkarlar. Aynı evde seneleri beraber geçirmiş olmaları kardeş olarak birbirlerinin hayatlarındaki yerlerini konumlandırmaya yetmez ve Jack kardeşlerine şöyle der: “Üçümüz gerçek hayatta arkadaş olur muyduk merak ediyorum. Kardeş olarak değil, insan olarak.”
The Royal Tenanbaums (2001)
“I’m Going To Kill Myself Tomorrow.”
Bu filmi izlemiş olanlar benimle aynı fikirde olacaktır diye düşünüyorum; Wes Anderson filmlerindeki en üzücü ve en depresif sahne Richie’nin intihar girişimidir. Defalarca izleseniz de etkisini asla yitirmez. Sahnenin başında “Elliott Smith – Needle in the Hay” çalışından anlamalıydık değil mi?
Tüm bunları bir sonuca bağlayacak olursam; tamamen alakasız metinler içine melankolik, ironik ve hatta komik cümleler yerleştirmek bence Wes Anderson’ın en büyük yeteneklerinden biri üstelik o rengarenk dünyalara rağmen. Kendi kimliğini tanımlamak için yeni arayışlar peşinde koşan Wes Anderson’a ve karakterlerine sarılmak istiyorum ve yazımı buraya kadar okuduyan herkese teşekkür ediyorum…
Kapak Fotoğrafı: MUBİ
İlginizi çekebilir: Aybüke Dizman’dan Wes Anderson Filmleri
Wes Anderson'u çok seviyorum ve bu muhteşem bi yazı olmuş. Alıntılar, görseller,videolar, her şey Wes Anderson ruhunu derinden yaşamamı sağladı diyebilirim. Elinize sağlık.
Bu güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim. Wes Anderson ruhunu yazıya yansıtabilmişsem ne mutlu bana. 🙂