2015 yapımı, gerçek bir hikayeye dayanan film, bizi Klimt’in ünlü tablosu Adele Block-Bauer’in Portresi’nin peşinden götürüyor. Biyografi, tarih ve dram türündeki zengin film, avukat Ranold Schoenberg (Ryan Reynolds) ve Nazi Almanyası’nın yaşayan kanıtı olan Marria Altmann’ın (Helen Mirren) “Avusturya’nın Mona Lisa’sını geri almak için verdikleri mücadeleyi anlatıyor.

Film, 1998 yılında kendisi gibi II. Dünya Savaşı sırasında ABD’ye kaçmak zorunda kalan Maria’nın kardeşinin cenaze töreniyle başlıyor; kardeşini kaybeden Maria kendini daha yalnız hissediyor. Yaşananları kendine “unutturmamak” için beraber büyüdüğü ve dönemin en ünlü ressamlarından biri tarafından çizilen, yengesinin portresi Adele’in Portresi’nin peşine düşüyor.

Avusturya’nın en başarılı ressamlarından olan Klimt, yaşadığı dönemi ve kendinden sonraki pek çok dönemi etkileyen, kadınları resmedişiyle tanınan, 20. yüzyılın dahilerinden sayılan bir ressam.

Başta davayla ilgilenmeyen Ranold da zaman içinde kendini Maria’ya yakın hissetmeye başlıyor. Nazi Almanyası’ndan kaçarak ABD’ye gelen Avusturyalı ünlü besteci Arnold Schoenberg’in torunu olan Ranold, dava süresince kendi ve geçmişi arasında güçlü bir bağ kuruyor. Maria ise ailesinden yasadışı olarak alınan portre ve beş Klimt eserini yeniden almak ve geçmişindeki yarayı kapatmak istiyor. Film, “Son Nazi Tutsağı” sanat eserlerini özgürleştirme öyküsüne dönüşüyor.

Tarih kısmını Maria ve avukatının Viyana’ya gitmesiyle daha net görmeye başlıyoruz. Viyana uçağıyla beraber geri dönüşlerin oldukça yer kapladığı film, aynı zamanda bir kaçış öyküsü de… Maria’nın geri dönüşlerinde pek çok tablonun daha sahibi olan, yaşadıkları dönemin önemli ailelerinden Bloch-Bauer’leri tanıyor ve Nazi Almanya’sını varlıklı bir Yahudi ailenin gözünden izliyoruz.

My Week with Marilyn (Marilyn’le Bir Hafta) filmi ile tanıdığımız, geçmişe dönmeyi oldukça seven yönetmen Simon Curtis, oldukça başarılı ve etkileyici bir film hazırlamış.

Peki ne olmuştu? Antisemitist amaçlarını daha II. Dünya Savaşı başlamadan belli eden Hitler, 1938 yılında Avusturyalıları Alman kabul ederek Avusturya’ya girdi, Avusturya’nın da Nazi Almanyası’nın bir parçası sayılmasının ardından Yahudilere kısıtlamalar gelmeye, mal varlıklarına el konulmaya başlandı. 1941 yılında ise toplama kampları oluşturuldu, 10-11 milyon Yahudi, eşcinsel, hasta insan öldürüldü, milyonlarcası ülkelerini terk etti. İngiltere dışında Avrupa’nın tamamı ya işgal altında ya da Nazi sempatizanıydı.

Filmimiz Woman in Gold‘a dönersek, bu tarih dolu yolculuğu yine Maria’nın geri dönüşleriyle bitiriyor, mutlu sonla tarihe veda ediyoruz. Eğer sanata ve tarihe ilginiz varsa, 2 saatiniz ayırarak oldukça keyifli bir akşam geçirebilirsiniz.

İyi seyirler dilerim!