Zamansız Bir Kitap: Yalnızlığın Yarattığı Yazar Sait Faik
İstanbul; verilerin, bilgilerin ve tüm analizlerin çok uzağındadır bize göre. Ancak kültürel bir uzlaşıyla, hatta daha çok yazınsal yaklaşımlarla İstanbul’u görebilir ve hissedebiliriz.
Fotoğraf: sanatatak.com
Nedim Gürsel’in Büyük Yalnızlığı
Hiçbir başlangıç alıntısı, süslü söz ya da uvertüre gereksinim duymadan, kafanda sadece yalnızlıkla başlayan bir metin kurabilir misin? Bunu az sonra, Nedim Gürsel’in “Yalnızlığın Yarattığı Yazar Sait Faik” adlı kitabı için bir yazı kaleme almaya çalışırken deneyebilir misin?
İyice boşalttın kafanı. Bunu özellikle yaptın. Nasılsa konuyu biliyorsun. Derinleşmene, afili sözler bulmana, basit analizlerini sofistike hale getirmene hiç gerek yok. Zira, bu yazar zaten senin dilinin en büyük ve çağdaş yazarlarından. Hele ki 20 yaşından beri sözcüğün tek anlamıyla “sürgün”. Bunu, sürgün sözcüğünü birçok uzak yakın anlama yayarak psikanalitik bağlamını zayıflatmadan; kuramsal, ama kaçınılmaz Dönüş’ünü erteleme tehlikesini de göze alarak nasıl yapacaksın?
Konunun senin için basitliği bunu daha da zorlaştırıyor görünürde. Çünkü belki de sensin, emrivaki alkışların, faydacı sahne ışıklarının gerisindeki gölgelerin haritasını çok iyi tanıyan edebiyat coğrafyacısı. Herkes ondan bir şey istiyor gibi görünmemek zahmetine bile katlanmıyor; zira imrenilen bir narsisizme sahip yazardan asıl istedikleri şey teatral bir rol yansıması; öteleri tanımak için onun uzakları gören seyrüsefer dürbününden dünyayı görmek anlamak, onun “seyir defter”lerini okumadan hem de. Henüz ülkesinden pek de çıkmadan anglofoni histerileri içindeki bir Türk yazarına Nobel verildiğinde, Nedim Gürsel’in sürgünlüğünün hiç anlaşılmamış olduğunu hissettin. Bağlamı biraz kasacak olursak, Nedim Gürsel kendi seçimiyle yanına sadece dilini alıp giderek, sadece o dille edebiyat yapmanın Nobel’ini almalıydı diye çoğu kez düşündün. Ödüller verilmez, alınırdı çünkü. O sene edebiyatı bunun için tümden bırakmayı düşündün. Her şey, ama her şey kirlenmişti ve sen son beyazlığa doğru kaçmıştın ve o beyazlıkta ilk gri vurgunu yediğini hissettin. Ama artık yapılacak bir şey yoktu. Aynı hafta, serbest çalıştığın Türk yayıncılarının editör masalarında çoğunun bile fark etmediği bir harici dosya başvurusu patlamasını fark ettin. O ilk lümpenliğin, ilk sahte özgüvenin ve post-niteliksizliğin edebiyata gerçekten sızmasına tanık oldun. Bu acı gözlem hâlâ sürüyor.
Nedim Gürsel’in Büyük Yalnızlığı. Yazarın Sait Faik kitabına vermesi gereken adı gerçekte buydu diye düşünüyorsun. Grenoble’da ya da Paris’te, Burgazada ya da Beyoğlu’nda Sait Faik, Nedim Gürsel için sadece bir akademik kaynak mı? Böyle düşünmüyorsun. Nedim’in Sait ağabeyinin tam olarak izinden gitmediği çok açık. O Paris’i seçti. Yani karşı-bohemi. Yine bohem olan, ama onun diğer yüzü olan bu bohemde Paris’i seçmiş olan tüm dünya yazarlarının gölgelerinin ve yansımalarının arasında Nedim Gürsel’i Türk edebiyatının en özgün yazarlarından biri kılansa bir Türk yazarının peşine ta Paris’lerde düşmesidir çoğunlukla. Gerçekteyse Nedim Gürsel’in arada bir, çoğumuza göre sıklıkla döndüğü İstanbul ya da Türkiye değil, Sait Faik’in bir zamanlar yaşamış olduğu şehirdir. Onu aramaya devam etmesi, belki de beklemesidir. Yazar, Sait ağabeyin öldüğüne, o yıl üç yaşında olmasına rağmen inanamamaktadır. Bir yazar eserlerini bu kadar canlı yazamaz, ama Sait bunu başarmıştır; Nedim de başarabilir, hatta daha da öteye götürebilir: Birçok Grenoble birçok Paris birçok İstanbul ve Konstantinopolis.
Yazınsal bağlamların ötesinde Sait Faik’i yalnızlık yaratmamıştır belki, ama yazar Nedim Gürsel’i edebiyatın görkemli yalnızlığının yarattığı kesindir.
Sait Faik’in Büyük Yalnızlığı
Yayımlanışının üzerinden çok zaman geçmese de Nedim Gürsel’in son kitabı Yalnızlığın Yarattığı Yazar Sait Faik’in aslında hiç de yeni olmadığını, ama son derece kalıcı ve içeriğinin çok ötesinde olduğunu her şeyden önce belirtmeliyim.
Bu kitabı okurken, sanki içindeki en güncel ve uzun olan yazının, ilk başta kitap biçimiyle düşünülmüş bir metin olarak başlandığını düşündüm nedense, ki bu da dikkatli Nedim Gürsel okurunun da gözünden kaçmayacaktır.
Bu duyguya, ünlü bir edebiyat portrecisinin Sabahattin Ali kitabında da rastlamıştım. Bu son derece öznel duygu, nice edebiyatçı ve sanatçıların tam portrelerini yazan bu kalemin, konu Sabahattin Ali olunca kalemini susturduğunu düşünmeme yol açmıştı. Nedim Gürsel için bu şiddette bir hayıflanma yaşamadım açıkçası, zira Sait Faik ile Sabahattin Ali’yi yaşam ve yazı ekseninde karşılaştırınca benzer özellikler bulmamız güç gibi geliyor şu an bana. Her iki yazarın da çağdaş olmalarına karşın izledikleri yazınsal yolculukların farklılıkları düşününce…
“Eğer” ile başlayan bir kurgu ve olasılıklarının tuzağına düşmemek için bu bahsi şimdilik kapatıp kitaba geçiyorum. Evet, Yalnızlığın Yarattığı Yazar Sait Faik her bakımdan, sadece Türk edebiyatı bakımından değil, şu günlerde Türkiye nüfusunun %20’sini, vergisinin de yaklaşık yarısını karşılayan İstanbul kentinin, üçte biri dolaylı, kalanınsa dolaysız biçimde yorumlandığı sosyolojik ve tarihsel özellikler barındıran bir kitap. Herhangi bir tarihçi, şehirci, nüfusbilimci ya da siyasetçi, İstanbul’u bu denli yakın, berrak ve birçok sosyo-kültürel açımlamalara okuru gebe bırakan bir içerik zenginliğinde anlatamazdı.
İstanbul; verilerin, bilgilerin ve tüm analizlerin çok uzağındadır bize göre. Ancak kültürel bir uzlaşıyla, hatta daha çok yazınsal yaklaşımlarla İstanbul’u görebilir ve hissedebiliriz. Nedim Gürsel’in Yalnızlığın Yarattığı Yazar Sait Faik kitabı ise deyim yerindeyse bu görüşlerimiz için adeta, yazarının kişisel kültür ve edebiyat geçmişinin en yüksek değişkenlerini ve bunların aktarımını bakımından cuk oturan bir yapıttır. “Haritada bir nokta” eğer Sait Faik’in bizzat kendisiyse, Yalnızlığın Yarattığı Yazar Sait Faik bu haritanın ta kendisidir, yani o bir İstanbul haritasıdır; ölçeklerini geçmiş, zaman ve uzamın belirlediği.
Kitabın asıl kahramanlarından birisi yalnızlık kavramıdır, öte yandan.
Rus şair Samuel Marshak, 20. yüzyıl başında, Londra’ya ilk geldiğinde, yeteri kadar İngilizce bilmediği için rastladığı ilk kişiye saatin kaç olduğunu şöyle sorar: “What is time?” Yani zaman nedir? Aldığı yanıt ise, “Bu felsefi bir sorudur, bana niye soruyorsunuz?” olmuştur.
Aynı soruyu bu kez Nedim Gürsel’in yanlışlık yapmadan, bilinçli olarak İstanbul’a sorduğunu düşünüyorum: Bu soruda olasılıkla özne olarak zaman yerine Sait Faik geçmiştir, yani büyük İstanbul yalnızlığının en görkemli, sessiz tanığı ve öznesi.
İlginizi çekebilir: Melike Büşra’dan Umut Veren Kitaplar
İlk yorumu siz yazın!