İlk yorumu siz yazın!
Yeme Bozuklukları: Diyet Kültürü Ve Daha Fazlası
Niye bilmiyorum ama yaşarken, hatta özellikle de yazarken gereğinden fazla dürüst olma gibi bir özelliğim var. Beni kıran büken hatta rahatsız eden şeylerden bahsetmem gerekiyormuş gibi hissediyorum. Birkaç yazıma üst üste denk gelip okuyanlar ruh sağlığı (mental health) konusunda tutkulu olduğumu da fark etmiş olabilirler. Öyleyim, çünkü kırıkların tabulaştırılmasından hoşlanmıyorum. Bence bir şeyleri çözebilmenin ilk yolu onlarla yüzleşebilmek ve hakkında konuşmak. O yüzden bugün biraz diyet kültürü ve yeme bozukluklarından bahsedeceğim.
Hiçbir psikoloji eğitimi geçmişi olmayan biri olarak konuyu yalnızca kendi deneyimlerim ve okuduklarım bakımından ele alabiliyorum ama yıllar içerisinde bu konuyla ilgili pek çok kişi ile konuştuğumu da söylemeden geçmek istemiyorum. Aslında konuştukça da, özellikle kadınlar için bu konunun ne kadar hassas ve gerçek olduğunu keşfettiğimi belirtmem gerekiyor.
Diyet Kültürü Nedir?
“İlk olarak diyet kültürü nedir?” ile başlayacağım yazıma. Diyet kültürü temel olarak, ince bedenlerin daha arzulanabilir, değerli ya da sağlıklı olduğunu düşünen bir anlayış olarak tanımlanıyor. Ancak burada benim asıl ele almak istediğim bu kültürün bize yansıma biçimi. Şimdi size dünyanın en orijinal açıklamasıymış gibi, her gün sosyal medyada gördüğümüz imajlar diye başlamayacağım ama evet aslında bu da sürecin bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Diyet kültürü, yalnızca Instagram değil, her türlü medya aracı yardımı ile yıllardır önümüze konan bir pazar.
Diyet kültürü; o yaptığınız “çok sağlıklı” juice-cleanse’ler, lahana diyetleri, ketojonik diyetler, dukan diyetleri, telefonunuza indirdiğiniz kalori-takip uygulamaları, aldığınız zayıflama hapları, çayları… Diyet kültürü; kinoa bilmem nesi ve diyet kültürü, aynaya 3 saniye gözünüzü değdirdiğinizde kendinizden hiç de memnun olmamanıza yol açan her şey. Diyet kültürü benim 15 yaşında kusabilmek için boğazıma kadar soktuğum bir diş fırçası sapı.
Diyetler Neden İşe Yaramaz?
Dramatik olmaya çalışmıyorum ama birinin söylemesi gerekiyor, diyet dünyanın en işe yaramaz ve en sağlıksız şeyi. Sağlıklı beslenmek ve düzenli egzersiz ile vücudumuzu zinde tutmak belki de kendimiz için yapmamız gereken en önemli şey ama ne ilginçtir ki o “sağlıklı” denen şeyler her gün değişiyor. Önce tereyağının Allah belasını veriyor, sonra bakıyoruz ki tereyağı doğal, asıl kahretmemiz gereken karbonhidratlarmış… Önce az ve sık günde 5 öğün yememiz gerekiyor, sonra yok canım şeker hastası değilsek tamamen yanlış; aslında günde bilmem kaç saat aç kalmamız (intermittent fasting) gerekiyor… Önce bolca meyve sebze tüketmemiz gerekiyor, sonra sebze de karbonhidrat aslında hele meyve ohoo saf şeker sakın ha biz proteine yüklenmeliyiz deniyor. Özetle, sürekli kendimizi aynı döngüde buluyoruz; bir şekilde kilo alıyoruz sonra katı bir diyet ile bu kiloları aldığımızın iki katı hızla veriyoruz, sonra aynı kiloları aynı hızla geri alıyoruz. Tek olayı bizi hayatta tutmak olan besinlerle dost/düşman ilişkisine girmeye başlıyoruz.
Şöyle bir spoiler vermek istiyorum ki: Bunun sonu asla gelmeyecek. Çünkü; birileri bu sektörden deliler gibi para kazanıyor ve beyninizin yarısının başka şeyler düşünebilmek yerine sürekli kendini yargılaması birilerinin işine geliyor.
Peki normal beslenmek nedir? İlk diyetine 11 yaşında başlamış, beden dismorfik bozukluğu, bir dönem blumia ve aşırı yeme bozukluğu ile uğraşmış biri olarak size şahsi tespitimi söylüyorum: Acıkınca yemek ve doyunca durmak. Taa daaa. Nasıl? Dahice değil mi? Kimse kusura bakmasın ama evet dahice bu. Çünkü beslenme biçimimizle ilgili yukarıda saydığım bin tane yöntemi deniyoruz ama denemediğimiz tek şey aslında şu yazdığım.
Üstelik, özellikle kadınlar olarak bunu denemek aklımıza dahi gelmiyor çünkü dünya üzerindeki her kadının vermesi/alması gereken bir beş kilo var. Çünkü “ince” olmak zorundayız ama çok da ince değil ne o öyle Safinaz gibi… Binbir türlü inancımız hayatımızın bir döneminde değişebilirken bu nasıl kutsal bir inançsa hiç değişmiyor. Asla kendimizin doğru versiyonu değiliz sanki ve hep bir rötuşa ihtiyacımız oluyor. Neden peki? Kim söylüyor bunu?
Yeme Bozuklukları
Değişmemiz gerektiğini kim söylüyor bilemem ama gelin Amerikan Psikyatri Derneği ne söylüyor bakalım. Amerikan Psikyatri Derneği diyor ki: “Yeme bozuklukları her an milyonlarca insanı etkiliyor, bunların çoğunluğu 12-35 yaş arası kadınlar. Yeme bozuklarının üç temel biçimi var: Anoreksia, Blumia (yeme ve kusma rahatsızlığı) ve Aşırı Yeme Bozukluğu.“
Görüldüğü gibi yeme bozuklukları aslında hiç de nadir görülen bir durum değil. Üstelik tıpkı diğer ruhsal bozukluklar gibi çözümlenmesi ve yardım alınması gereken bir konu. Gelelim yeme bozuklukları ile ilgili yanlış bilinenlere:
_ Yeme bozuklukları yalnızca kadınlara özgüdür. Hayır, değildir.
_ Ben aşırı zayıf/anoreksik değilim ki, yeme bozukluğum olamaz. Hayır, olabilir. Yeme bozukluğuna sahip olabilmeniz için belli bir kiloda olmanız gerekmiyor. Çok kilolu, çok zayıf ya da ideal kilonuzda olabilirsiniz. Önemli olan yemek yeme eylemi ile ilişkinizin sağlıklı olup olmadığı. Yani yemek yemekten tamamen kaçınmak, yiyip kusmak, ataklar halinde ve çok kısa sürede çok fazla besin tüketmek gibi eylemleri sürekli tekrar ediyorsanız yeme bozukluğu sahibi olabilirsiniz.
_ İyileşme süreci lineerdir bir kez hedeflediğiniz duruma ulaştığınızda tekrarlanmaz. Hayır, değildir. Bir kere yeme bozukluğu tedavisinde zaten bir “kilo hedefi” yoktur. Amaç beslenme alışkanlıklarınızı ve bakış açınızı sağlıklı bir noktaya çekmektir.
_ Sporun yeme bozuklukları ile hiçbir ilgisi yoktur. Hayır, vardır. Araştırırsanız göreceksiniz ki orthorexia; spor bağımlılığı ile tetiklenen bir yeme bozukluğudur. Eğer sporu önerilen sürelerin çok üzerinde ve tek amacınız kilo vermek/almak odaklı olarak fiziksel gücünüzü zorlayarak yapıyorsanız, orthorexia ile karşı karşıya olma ihtimaliniz muhtemeldir.
_ Yeme bozukluğu olanların yiyebilecekleri ve yiyemeyecekleri besinler vardır. Hayır. Aslında yeme bozukluklarını yenmek esasen besinlerle düşman/dost sınıflandırması yapmadan ilişki kurabilmeyi ifade eder. Özellikle aşırı yeme bozukluğu için tedavi sürecinin en önemli noktası; “ya hep ya hiç” mantalitesini aşmak ve kontrollü olarak her türlü besini tüketebilmekten geçiyor.
Yeme bozuklukları da tıpkı diğer alışkanlıklar gibi dönemsel olarak değişebilir ya da tekrarlanabilir. Üstelik yeme bozukluğunuzun temelinde yatan neden de bu noktada önemlidir. Bir savunma mekanizması olarak yemek ile ilişkinizi kullanıyorduysanız, bunun yerine alkol ya da alışveriş gibi başka şeyler koymanız olası. Bu konudaysa önerebileceğim bir kitap var: Diane Zimberolf’un “Kurban Tuzağından Kurtulmak”. Kitapta yeme bozukluklarının çocukluğumuzdan bugüne gelen süreçte oluşturduğumuz sağlıksız ilişkilerden kaynaklanabileceğine değiniliyor.
Kişisel Deneyimlerim ve Öneriler
10 yıldan uzun süredir çeşitli yeme bozuklukları ile uğraşmış biri olarak size, “Ben bu işi çözdüm, bitirdim. Tamamen tedavi oldum, şunu yapıyoruz ve her şey çözülüyor” diyebilmeyi çok isterdim ama öyle bir şey yok ne yazık ki. Dünya üzerindeki her şey gibi yeme bozuklukları ya da beden algısı bozukluklarının tedavisi de uzun bir süreç ama kendi deneyimlerimden faydalanarak size birkaç öneride bulunabilirim.
Doğru İlhamı Bulmak: Boomer gibi konuşmak istemem ama internet doğru kullanıldığında gerçekten sonsuz bir bilgi cenneti haline geliyor. Öncelikle yeme bozukluğunuz olup olmadığını anlamak istiyorsanız bilgilenmek üzere Psychiatry, National Eating Disorder ve Psikiyatri gibi sayfalar aracılığıyla ve hatta basit Youtube videolarıyla kendi araştırmanızı yapabilir, hem bu konuda pek çok şey öğrenebilir hem de terapi sürecine ihtiyacınız olup olmadığına karar vermek için destek alabilirsiniz.
Sosyal medyadaysa bu konuda önerebileceğim iki isim var: Melanie Murphy ve Kelly Ru. Her ikisinin de kendi deneyimlerini son derece dürüstçe paylaştıkları Youtube kanalları ve Instagram sayfaları var. Hem daha rahat takip edilebilmesi açısından hem de kolayca empati kurabildiğim için benim bütün bu süreçte takip etmekten çok keyif aladığım hesaplardı.
Her gün tartılmamak: Haftalık dahi tartılmamanızı öneririm çünkü bu süreler, gördüğünüz rakamların sizi kolaylıkla demoralize edebileceği çok kısa süreler. Kesin bir şey anlatmadıkları gibi menstrüasyon döngünüz, su ağırlığı gibi nedenlerle de sonuç son derece değişken.
Kalori Hesabı: Besinlerle sağlıksız ilişki kurmak istiyorum ne yapayım derseniz kesinlikle kalori ölçün derdim. Bir kere eğer derdimiz “sağlık” ise bir salatanın ya da bir sandviçin bir hamburgerden daha kalorili olduğu pek çok durum var. Ne yapalım şimdi, hellim peynirli sandviçimizi camdan atıp çocuk menüsüne mi düşelim? Yemek yerken amacımız yalnızca doymak ve kendimizi olabildiğince sağlıklı beslemek olmalı. Ayrıca bir insan ekmeğine sürdüğü fıstık ezmesinin kalınlığını kontrol etmek zorunda olmamalı. Kimsenin böyle bir negatiflik için vakti olduğunu düşünmüyorum.
Terapi: Eğer bir yemek bozukluğunuz olduğunu keşfettinizse bence en önemli çözüm sabırla devam edeceğiniz bir terapi süreci. Çünkü yeme bozukluklarında yiyeceklerle ilişkinize yön veren nedenleri ve tetikleyicilerinizi öğrenmek atılabilecek en önemli adımlardan biri. Üstelik zannedildiğinin aksine her şey siz bir kez problemi fark ettiğinizde birdenbire değişmiyor, dolayısıyla bu süreçte konuşabileceğiniz tarafsız ve profesyonel bir desteğe sahip olmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Öz Sevgi: Kendinizi sevmek, daha doğrusu kendini koşulsuz sevmek bazı insanlar için sanılandan çok daha zor olabiliyor. Ama yemek ile ilişkisi düzensiz olan herkes bilir ki aslında en büyük tetikleyici içinizdeki eleştirmendir. O nedenle yeme bozuklukları ile yaşarken en önemli şey kendinize göstereceğiniz koşulsuz sevgi ve sabır bence. En kötü beslendiğim günler aynaya baktığımda kendimde en çok kusur bulduğum, kendimi en çok eleştirdiğim günler.
Roma bir günde inşa edilmedi, diyetler işe yaramaz çünkü onlar sürelidir. Beslenme alışkanlığınızı değiştirmekse hayatınıza yayılan ve sonu olmayan bir süreç. Dolayısıyla çok iyi ve çok kötü günler olacak. Belki de bedeniniz çok değişecek. Bence bütün bunlar olurken unutulmaması gereken bir klişe var: Kilosu dahil hiçbir rakam bir insanın kimliğini oluşturmak için bir tanımlayıcı değildir. Kendini sevmek, sanılanın aksine bencilce değil, bir dönüşüm başlangıcı… Nasıl, günlük hayatta sevmediğiniz hiç kimse için çabalamazsınız, doğal olarak kendinizi sevmeseniz kendiniz için de çabalamak istemezsiniz.
Umarım bu yazı, okuyan birileri için faydalı olmuştur. Bir de şey söylemek istiyorum; şeyi denediniz mi hiç? Limonlu bol su içmeyi. Çok faydalıymış çünkü yağ yakıyor diyorlar. 🙂
Kapak fotoğrafı: Unsplash / Jamie Matociños
İlginizi çekebilir: SineMagger’dan Gıda Belgeselleri
Bu konuda bir tübitak projesi yapacağım.Jüriler başlığımı arasa bulabilecekleri tek yazı bu gibi gözüküyor.Merhaba jüriler eğer buradaysanız.
Bu yazınla kişisel olarak bağ kurabiliyorum Gizem. Ben de uzun bir zaman yeme bozukluklarıyla mücadele ettim. Bununla gelen türlü sağlık sorunlarıyla da tabi... Benim için çözüm aslında yaşamın kendisine duyduğum saygıyla bütünleşen veganlığı benimsemek oldu. Başka bir canlıya yalnızca bilince sahip olduğu için saygı duymayı öğrendiğimde kendi vücuduma da değer vermeye başladım. Yani diğer canlıların yaşam haklarını savunarak bahsettiğin özsevgiye ulaştım ben. Kültürün bizi doğrudan ne kadar uzaklaştırıp kendimize düşman ettiğini görmek çok korkutucu...
Merhaba, vegan beslenmeye geçmemiş olmakla birlikte sana kesinlikle katılıyorum. 💫Haftanın pek çok günü bitki temelli beslenmek beni de bu süreçte çok rahatlattı. Umarım zamanla bu baskıcı diyet kültürün yok oluşunu izleriz