İlk yorumu siz yazın!
Yeni Gerçekçilik Akımı: Sinemada İtalyan Rüzgarları
Stüdyoyu sokağa taşıyan yönetmenleri, profesyonel olmayan oyuncuları, işsizlik, umutsuzluk ve hayal kırıklığı barındıran temaları ile İtalyanların elinden çıkma en değerli sinema akımı: Yeni Gerçekçilik. Tam adıyla “İtalyan Yeni Gerçekçiliği” olarak adlandırdığımız bu tür sinema akımları arasında açık ara en sevdiğim tür diyebilirim. Gerek filmleri olsun gerek gerçek mekanları ve profesyonel olmayan oyuncularıyla çoğu filmden daha farklı duygular hissettiren bir etkisi var bu akımın üzerimde. Gelin hep beraber bu akımın nasıl ortaya çıktığına, öncü yönetmenlerine ve filmlerine hep birlikte bakalım.
Yeni Gerçekçilik Akımı
Yeni Gerçekçilik Akımının Ortaya Çıkışı
Yeni Gerçekçilik; 2. Dünya Savaşı sonrasında İtalya’da ortaya çıkan bir sinema akımı. 1944-1952 yılları arası gibi kısa bir ömre sahip olsa da, bu kısacık zamanda bile bizlere çok kıymetli yönetmenler ve filmler kazandırmış bir akım. Akımın ortaya çıkmasını sağlayan isim Roberto Rossellli’ni ve çektiği “Roma, Açık Şehir” filmi. Bu film İtalyan Yeni Gerçekçilik akımının başlangıcı kabul ediliyor. Akımın son filmi ise bir diğer ünlü yönetmen Vittorio De Sica’nın “Umberto D.” adlı filmi oluyor.
Yeni Gerçekçilik’in ilk adımları aslına bakarsanız filmlerinden önce “Cinema” dergisi etrafında toplanan bir grup sinema eleştirmeni tarafından atılıyor. Bu eleştirmenler arasında; Luchino Visconti, Michelangelo Antonioni, Gianni Puccini, Giuseppe De Santis, Cesare Zavattini ve Pietro Ingrao yer alıyor. Bu eleştirmenler her ne kadar politik konularda yazmak isteseler de derginin yazı işleri müdürü, Benito Mussolini’nin oğlu Vittorio Mussolini olunca onlar da o döneme damgasını vurmuş olan “Beyaz Telefon Filmleri”ni eleştirmeye başlıyorlar.
Yeni Gerçekçilik akımı aslında hepimizin bildiği “Fransız Şiirsel Gerçekliği”nden etkilenmiş. Bu akım daha sonrasında kendisinden sonra gelen Fransızların meşhur “Yeni Dalga” akımına da öncülük etmiş. Peki nedir bu akımı ve filmlerini diğer filmlerden farklı yapan? Gelin hep birlikte akımın özelliklerine göz atalım.
Yeni Gerçekçilik Akımının Özellikleri
En başta söylediğim gibi; Yeni Gerçekçilik, 2. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkmış bir sinema akımı. Bu yüzden de filmlerde savaşın bıraktığı etkileri görmemiz mümkün. İçerik olarak baktığımızda; umutsuzluk, hayal kırıklığı, işsizlik ve ahlaki çöküş gibi temalar filmlerin temelini oluşturuyor. Bunun yanı sıra Mussolini döneminin Beyaz Telefon Filmleri olarak adlandırılan pembe salon filmlerine de bir eleştiri söz konusu aslına bakarsanız. Bunu da biçimsel açıdan çok iyi yansıttıklarını düşünüyorum. Şöyle ki; Yeni Gerçekçilik akımı çerçevesinde çekilen filmlere bakacak olursanız genellikle hepsinin hikâyelerinin büyük bir çoğunluğu sokaklarda geçer. O sokaklarda; yıkılan binaları, harap olmuş evleri, taşın taş üstünde kalmadığını, yani kısacası savaşın bıraktığı yıkımı görmüş oluruz.
Bunun yanı sıra stüdyoları kullanmadıkları gibi yapay ışık da tercih etmezlerdi akımın yönetmenleri. Onlar için en iyi ışık gün ışığıydı. Kameralar bazen elle taşınır ve serbest kamera hareketleri kullanılırdı. Tıpkı belgesellerde olduğu gibi. Bu da filmlerin etkileyiciliği ve hizmet ettiği biçim, içerik açısından çok önemli konulardan biriydi. Kameraların kullanımı yönetmenlere de çekim açısından rahatlık sağlıyordu. Bir diğer rahatlık sağlayan şey ise çekimlerde sesin kullanılmaması. Evet, çekimler sırası ses kullanılmıyor, ses sonrasında dublaj tekniği ile filme ekleniyordu, ki bu da yönetmenler için büyük serbestlik ve kolaylık demekti.
Bu akımın en sevdiğim özelliği de, yönetmenlerin profesyonel oyuncular ile çalışmamaları. Yeni Gerçekçilik filmlerinde izlediğiniz çoğu oyuncu; oyunculuk eğitimi olmayan insanlar. Bu filmlerde yönetmenler profesyonel olmayan oyuncularla doğaçlama bir çekim gerçekleştirirler. İzlediğiniz filmleri göz önüne getirdiğinizde fark edeceksiniz ki zaten filmlerde öyle çok fazla edebi diyaloglar yer almıyor. Hepsi günlük hayatta, hepimizin her gün kullandığı sıradan cümlelerden oluşuyor. Filmlerin kurgusuna gelince, çekimlerde gösterilen sadelik kurguda da hakimiyetini sürdürmeye devam ediyor. Abartıya kaçmadan mümkün olduğunca basit bir kurgu tercih ediliyor bu filmlerde. Ve tahmin edeceğiniz gibi Yeni Gerçekçilik filmleri çok düşük bütçelerle çekiliyordu.
Bu basit tekniklere ve düşük bütçeye sahip olmalarına rağmen şahane filmler çıkarmaları bana kalırsa çok büyük bir başarı. Böyle bir sadelikle işlenen filmleri ve yönetmenlerini de yakından tanımak ister misiniz ? E buyrun öyleyse.
Yeni Gerçekçilik Akımının En Ünlü Filmleri ve Yönetmenleri
Roberto Rosselini
Akımın öncüsü olarak kabul edilen bir isim Roberto Rosselini. Akımı başlatan ve haliyle en ünlü filmi olan “Roma, Açık Şehir”de; 2. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, 1944 yılında Nazi işgali altındaki Roma şehrinde yaşayan bir grup insanın hikayesini anlatılır.
Vittorio De Sica
Akımın tartışmasız en önemli yönetmenlerinden birisidir. Bu akıma birçok film kazandırmış olsa da adını duyduğumuz an aklımıza gelen “Bisiklet Hırsızları” filmi, gerek yapım tekniği gerekse de sinema estetiği açısından akımın simgesi olarak kabul edilir. Filmde; 2. Dünya Savaşı sonrası yoksul Roma atmosferi içerisinde yaşanılan var olma çabasını dönemin işçileri gözünden anlatır.
Luchino Visconti
Akımın ortaya çıkmasına ön ayak olan “Cinema” dergisinin eleştirmenleri arasında da yer alan yönetmenin, en iyi fimlerinden birisi “Yer Sarsılıyor” dur. Film; Giovanni Verga’nın 1881 yılında yayımlanan romanı “I Malavoglia” dan uyarlanmış bir politik dram filmi. Filmde; Sicilya’daki bir balıkçı köyünde yaşananlar anlatılıyor.
Federico Fellini
Akımın bir diğer önemli yönetmenlerinden olan Federico Fellini’nin en önemli filmleri arasında gösterilen “Sonsuz Sokaklar”a bakacak olursak, bu film ile ilgili bazı kararsızlıklar var. Biliyorsunuz en başlarda da değinmiştim; Yeni Gerçekçiliğin son filmi olarak 1952 yılında çekilen Vittorio De Sica’nın “Umberto D.” filmi kabul ediliyor. Sonsuz Sokaklar ise 1954 yapımı. Sinema yazarları ve eleştirmenleri ikiye ayrılmış durumda. Kimi bu filmi Yeni Gerçekçilik akımına dahil ederken kimisi bunu kabul etmiyor. Peki ya siz ne dersiniz?
Kapak Fotoğrafı: tarihlisanat.com
İlginizi çekebilir: Zeynep Cemre Şahin’den Film Noir
İtalyan sineması en sevdiğim sinemadır desem yalan olmaz. En sevdiğim yönetmen Antonionidir. İki büyük İtalyan yönetmen, Fellini ve Visconti de en sevdiğim 10 yönetmen arasında yer alır. Bisiklet Hırsızları ve biraz da Roma Açık Şehir dışında bu akıma ben ısınamadım. O doğallığı sinemaya pek yakıştıramıyorum. Nitekim kısa sürüyor. 1960 yıl bir dönüm noktası oldu İtalyan sineması adına: Fellini La Dolce Vita'yı, Antonioni L'Avventura'yı ve Visconti Rocco e i suoi Fratelli'yi çekti ve İtalyan Sineması efsanesi başladı. Dolayısıyla yukarıda saydığım iki film dışında akımdan çok hazmetmem. La Strada'ya gelirsek benim en sevmediğim Fellini filmidir ama ben onu Yeni Gerçekçilik'e göz kırpan ama Fellini'yi önceleyen bir film olarak görürüm. Dolayısıyla tipik bir neo-realismo değildir kanaatimce. Öte yandan akımın etkilerini özellikle de 3.Dünya Sinemaları'nda ve politik yapımlarda çokça görmek mümkün. Mesela Yılmaz Güney'in Umut filmi kendi içinde çok başarılı bir yeni-gerçekçi yapıttır ki Güney Sineması'nı hiç ama hiç sevmem ayrı. Uzun yazdım 🙂 elinize sağlık.