Yeni Yıl Hüznü: Depresif Bir Yılbaşı Söyleminden Parçalar
Ne yaparsam yapayım çocukluğumun o heyecanlı ve coşkulu yılbaşılarını yaşayamıyorum. O yılların şarkıcılı, türkücülü ve komik olmayan skeçli “yılbaşı özel programlarını” bile özlüyorum. Geçen günlerde Metin Milli’nin yılbaşı programında söylediği “Seviyorum İşte Var Mı Diyeceğin” şarkısında gözlerim doldu. Terk edilmiş hissinden kurtaramıyorum kendimi, özellikle yılbaşı geceleri… Saat 23.00’de kâğıt toplayan çocuğun, 24.00’de dükkânı hala açık büfecinin yalnızlığını içimde hissediyorum. Sanki dünyadaki tüm açların, hastaların, çaresizlerin dertleri o gece benim omuzuma biniyor.
“Her Noel ertesinde olduğu gibi kendimi tıka basa doymuş, hissiz ve hayal kırıklığına uğramış hissediyorum; sanki çam dalları, mumlar, gümüş yaldızlı kurdeleli hediyeler, huş ağacı ateşleri ve Noel hindisi ve piyanolarda vaat edilen Noel ilahileri hiç olmamış gibi…”
Slyvia Plath, The Bell Jar
Yılbaşı, çocukken benim için bol bol hediye, Rus salatası, iç pilav, hindi ve elbette gece yarısından sonra TRT’nin tek kanallı yayınında sunucunun “şimdi yayınımıza dış kaynaklı eğlence programı ile devam ediyoruz” anonsuyla başlayan Peter’s Pop Show demekti. Büyüdükçe geçmiş yılın muhakemesine ve pişmanlıklarına, ulaşılamayan hedeflere, tutulamayan sözlere, gelecek yılın endişelerine ve hiçbir zaman mükemmel derecede pişmeyen hindiye, her bir eksik bulduğum sofralara dönüştü.
Tabii çocukluktaki yılbaşı gecelerinin her anı aynı derecede mutlu-mesut değildi. Her yılbaşı gecesinin iki yüzü vardı benim için. Hâlâ bile hatırladığımda içimi sıkıştıran pavyon/gazino eğlenceleri bitmek bilmezdi. Peter’s Pop Show başlayana kadar dakika sayardım. Hatırladığım kadarıyla Peter’s Pop Show 1987’ye kadar devam etti. O program internetin olmadığı, müzikteki gelişmeleri toplama kasetlerle takip etmek durumunda kaldığım bir dönemde benim pop müzikle ilgili bilgimi arttıran en önemli kanaldı ve bugün 80’ler müziğine dair bilgimin altyapısını da büyük oranda ona borçluyum. 80’lerin sonu itibariyle pop müzik dinlemeyi bıraktım ve Peter’s Pop Show da benim için bir yılbaşı nostaljisi olarak kaldı.
Ne yaparsam yapayım çocukluğumun o heyecanlı ve coşkulu yılbaşılarını yaşayamıyorum. O yılların şarkıcılı, türkücülü ve komik olmayan skeçli “yılbaşı özel programlarını” bile özlüyorum. Geçen günlerde Metin Milli’nin yılbaşı programında söylediği “Seviyorum İşte Var Mı Diyeceğin” şarkısında gözlerim doldu. Terk edilmiş hissinden kurtaramıyorum kendimi, özellikle yılbaşı geceleri… Saat 23.00’de kâğıt toplayan çocuğun, 24.00’de dükkânı hala açık büfecinin yalnızlığını içimde hissediyorum. Sanki dünyadaki tüm açların, hastaların, çaresizlerin dertleri o gece benim omuzuma biniyor.
Çocukluktan sonra neredeyse hiçbir sene birkaç istisna dışında istediğim gibi, içime sinen bir şekilde kutlayamadım yılbaşını. Benim gibi “geçmişin pişmanlıkları ile geleceğin endişeleri” arasına sıkışıp kalmış biri için yılbaşı aslında bir cehennem… Geçmiş yılın pişmanlıkları dalga dalga geldikten sonra gelecek yılın endişeleri onların yerini alıyor. Dolayısıyla da sert dalgaların sürekli dövdüğü, kimi anlarda derin gelgitlerin yaşandığı bir sahile dönüşüyor yılbaşındaki ruh halim. Kim böyle bir halde mutlu olabilir ki?
Yılbaşı gecelerinde mutlu olamamamın somut bazı nedenleri de oldu geçmişte. Örneğin uzun süre yılbaşı, hemen sonrasında 3 Ocak’ta başlayan finaller gölgesinde geçti. Ders çalışarak girdiğim yeni yıllar oldu. Özellikle de matematik sınavları hep yılbaşı ertesi olurdu ve yılbaşında aklım hep sınavda olduğundan tüm gece genel bir endişe hissine esir olurdu.
Bir sene, sanırım 2007 yılbaşında limonlu bir sos tarifini tutturamadığımdan dolayı yenilmez hale getirdiğim hindi yüzünden sadece iç pilav ile karnımı doyurdum. Yanına yaptığım mezeleri de bir şekilde beğenmedim ve büyük bir gastronomik hayal kırıklığı ile geçirdim o yılbaşını. Tatlı olarak da neye hizmet tulumba almıştım. Allahtan çok almıştım, tüm gece çerez gibi tulumba yiyerek ve film seyrederek girdim yılbaşına; bir de gece saat 23.00 sularında hala sokakta çöp toplayan gence üzülerek. O gencin görüntüsü sonraki yılbaşı gecelerime hep damga vurdu. Hala yılbaşı geceleri o saatlerde sokaklara bakarım çöp toplayan var mı diye?
Bir davet sonucu dışarıda kutlamaya çalıştığım ama kalabalıktan dolayı davet edilen yere gidemeyeceğimi anladığım için eve, Tünel’den Nişantaşı’na, tabii ki yürüyerek, geri dönerken 2000 yılına, başka bir deyişle milenyuma lanet okuyarak yolda girdim.
Hakkını yemeyeyim; çocukluğumdan sonra geçirdiğim güzel yılbaşıları da oldu ve bunların tamamı hiç de tesadüfi olmayan bir şekilde yurt dışında yaşadıklarımdı. Berlin’de, Viyana’da ve Londra’da geçirilen yılbaşıları, çok basit ama huzurlu, güvenli ve mutlu geçti. Tabii Londra dışında diğer yılbaşılarında genç değildim, ertesi gün sınavım yoktu ve yılbaşı sonrasında da bir iki gün daha huzurla çok sevdiğim bu şehirlerin sakinliğinin tadını çıkaracaktım. Dolayısıyla yılbaşı güzel bir seyahatin bir parçası olduğundan hüzün değil mutluluk kaynağıydı benim için.
Bir gerçeği, bilimsel, ifade ederek devam edeyim yazıma: Yılbaşı hüznü (New Year’s Eve Blues) ve depresyonu bana özgü bir durum değil. Bilakis, literatürde yeri olan, üzerine yazılmış, hakkında araştırmalar yapılmış bir olgu. Genel anlamda yeni yıl hüznü, tatil veya özel gün depresyonunun bir yansıması olarak yorumlanıyor. Öte yandan yılbaşı hüznünün kendine özgü nedenleri de mevcut:
Belki de en büyük depresyon kaynağı (ki benim bazı yılbaşı geceleri yaşadığım depresyonun kaynaklarından biri de buydu) yılbaşı gecesini yalnız geçirmek. Özel günler, ama özellikle de yılbaşı aileyle, yakın arkadaşlarla beraber geçirilmesi gereken zamanlar. Hatta bu günler pek çok insan için yıl boyunca sevdikleriyle bir araya gelebildikleri yegâne dönem. Bu dönemi yalnız geçirmek çok büyük bir mutsuzluk kaynağı olabiliyor insan için.
Ayrıca yılbaşının tek bir gün olması: yani 31 Aralık… Her ne kadar Ted Hughes, özel günlerin nadir olanı makbuldür dese de yılbaşının tek gün olması, benim de dahil olduğum pek çok kişi için, ertesi günü, 1 Ocak’ı düşündürüp depresyon yaratabiliyor. Bu noktada “anda kalmak”, günü yaşamak (carpe diem) gibi olgular devreye giriyor ama başarabilen için tabii.
Pek çok insan yeni yıldan çok büyük beklentiler içine girer ama o büyük beklentiler çok değil, sadece bir gecede sona erer. Çok yüksek beklentilerin bir gecede gerçekleşeceğine dair çocuksu inanç ve ertesi gün yaşamın en sert gerçekleriyle uyanmak büyük ve kusura bakılmasın ama saçma bir hayal kırıklığı yaratıyor. 31 Aralık ile 1 Ocak arasındaki tek fark takvimde gerçekleşiyor, yaşam ise kaldığı yerden devam ediyor.
Eğlenme mecburiyeti hissetmek ve hiçbir zaman da dilediği gibi eğlenmemek de bir yılbaşı klasiğidir pek çokları için. Bir de bu eğlenememe haline fiyatların yükselmesi de eklendiğinde verilen paranın karşılığının alınamaması da başka bir depresyon kaynağı olabilir.
O gece şık olmak, misafir ağırlanıyorsa şık bir sofra kurmak, hindiyi tam kıvamında pişirmek isteği ve bunun getirdiği stres… Bunlar burjuva sınıfına ait sorunlar, sosyete dertleri diyenler çıkabilir. Doğrudur ama kişilerde ne yarattığından bağımsız olarak bunlar da yılbaşı depresyonun veya hüznüne yol açabilirler. Bende mesela hindi pişirmek her sene başlı başına bir stres kaynağıdır. Carol filmine adını veren hüzün kraliçesi baş kahraman Carol tanıştığında Therese’ye şöyle der: “Noelleri severim… Bütün o hediyelerin paketlenmesi… Ama bir şekilde her zaman hindi fazla pişer.”
Tanıdığım en büyük amatör aşçı olan ve mükemmel bir teknik bilgiye ve beceriye sahip annemin bile ben büyüdükten sonra hindide başarısız olduğu seneler olmuştu. Hatta bir yılbaşında, sanırım 2010 yılbaşıydı, pişirdiği hindiyi yememize izin vermemişti; hindisiz yılbaşlarından birini daha yaşamıştım.
Eski yılbaşlarında çocuktum. Mevsimler iyi, kâinat iyiydi ve hayal gibi bir zamanda sandım ki çocukluğumun yılbaşlarının güzelliği sonsuza kadar sürecekti.
Yahya Kemal, Erenköy’de Bahar şiirinde şöyle der:
Zannımca Erenköy’de artık
Görmez felek öyle bir baharı
Benim de zannımca felek artık görmez çocukluğumdaki yılbaşılarını…
Kapak Fotoğrafı: Mekht (Unsplash.com)
İlginizi çekebilir: Bülten Tunga Yılmaz’dan Şimdiki Zaman Olarak Distopya
Öyle güzel anlatmışsınız ki! Ne yapacağımı şaşırmış vaziyette geçirdiğim baskı altında 31 aralık ve ertesinin 1 ocak olduğunu bilmemin yarattığı bi boşluk hissi🙂 Elinize sağlık
teşekkür ederim... Yazıyı yazarken benzer hissleri yaşayanlara tercüman olacağımı hissediyordum. Daha iyi geçirilen yılbaşılara diyelim 🙂