İlk yorumu siz yazın!
Yoga Serüvenim: İçe Doğru Bir Derinlik Araştırması
İnsanlar hayatlarını değiştiren pratiklerle tanışmalarını anlatırken genelde kötü bir dönemden geçtiklerini söylerler. Benim yoga yolculuğum içinse bu geçerli değil. Aksine kendimi gayet iyi hissettiğim oldukça canlı olduğum bir zamandaydım. Daha da büyüyebileceğimi biliyordum, ruhen. Yani hayatın içinde bir arayışta olabilecek güce ve cesarete sahiptim. Hepimiz çoğu zaman içten içe bir şeyin eksik olduğunu duyumsasak da o eksiği kapatmak için mücadele edecek güçte olamıyoruz. Güç ve cesaret diyorum çünkü benim için güç ve cesaret kendin olma yolunda çok iyi arkadaştır. En büyük güç kendinin farkında olmaktır bana göre ve kabul edelim bu oldukça cesaret istiyor. Benim buradaki en büyük destekçimden bahsetmek istiyorum biraz: yoga.
Yoga, ilk başladığımda yalnızca bedensel bir aktiviteydi. Biraz hareket etmek istiyor ama kendime uygun bir spor da bulamıyordum. Farklı alt kolları olduğunu bildiğim için yogayı da denemeye karar verdim ve yürürken bambaşka bir insana dönüştüğüm bir yola ilk adımımı atmış oldum. Bugünse bütünüyle yogayı deneyimleyen ve zihninin bedeniyle olan ilişkisini gözlemleme yetisi kazanan birinin bu yalnızca fiziksel bir aktive deyip geçebileceğini ise pek sanmıyorum.
Yoga benim içimdeki boşluğa çok rahat yerleşen ama o boşluğu doldurmayan bir pratik. Aslında tam da bu yüzden destek oluyor bana. İronik, değil mi? Açıklayayım. Öncelikle bahsetmeliyim ki yoga felsefesine çok uzak değildim. Zaten hali hazırda birkaç yıldır vegan olarak besleniyordum ve kendimle de şiddetsiz ve yargısız bir iletişim kurmak için uğraşıyordum. Veganlık bana kendi bedenimi de sahiplenme ve ona saygı duyma alışkanlığı kazandırmıştı. Alışkanlığı diyorum çünkü devamlılığını sizi kendinize yabancılaştırmasına borçlu olan bir sistem içinde yaşıyoruz ve asıl evimizin bu beden olduğunu sıkça kendimize hatırlatmamız gerekiyor… Ben başka bir canlıya yalnızca bir bilince ve bu bilinci taşıyacak bir vücuda sahip olduğu için saygı duyarak yaşamaya başlayınca kendimi de hayatta her kim olursam olayım yalnızca var olduğum değer vermeyi öğrendim.
Ben hali hazırda bu ilişkiyi araştırıyorken başladım işte yogaya. Hani derler ya “Kendine yatırım yap çünkü zamanla sorunların küçülmeyecek belki ama sen büyüyeceksin, o yüzden sorunların da önemsiz kalacak” diye. Ben büyümeye devam edeceğim. Benimle birlikte içimdeki boşluk da büyüyecek. Böylece ben orayı doldurmak için hep yeni deneyimler peşinde olacağım. Zaten beni ben yapan o boşluğun büyüklüğü değil oraya dair arayışım, derinleşme çabam.
Yogada hiçbir asanada daha iyi gelmek yoktur, derinleşmek vardır. Bunu da o an gücünüz nereye kadar yetiyorsa oraya kadar yaparsınız. Olduğunuz yerde ben ne hissediyorum, bedenim burada ne duyumsuyor diye sorarsınız kendinize. Kendinizi hep daha ileriye gitmek için zorlamak yerine. Peki, daha iyi olmak için kendimi itmeden nasıl ilerleyebilirim dersiniz Don Miguel Ruiz’in Dört Anlaşma kitabından bir alıntıyla cevap verebilirim: “Bir ödül beklentisi olmaksızın, yaptığımız her şeyin hakkını verirsek, her aksiyondan haz aldığımızı da fark ederiz. Ödül yine gelir ama siz ödüle bağımlı olmazsınız. Hatta bir beklentiniz olmadığında ödül fazlasıyla gelir.”
Don Miguel Ruiz, Dört Anlaşma kitabında dört temel kuraldan bahseder. Kullandığın sözcükleri özenle seç, hiçbir şeyi kişisel algılama, varsayımda bulunma ve daima yapabildiğinin en iyisi yap. (Ben zaten malum hayatını kelimeler üzerine kuran bir insanım. Kelimelerin geçmişin kadim gücünü taşıdığına da yürekten inanıyorum. Hatta yalnızca bir tane dövmem var, onun da anlamı kelimelere tapmak. Bendeki etkilerini de bildiğimden her zaman kelimelerimi yapmak için kullanmaya çalışıyorum, yıkmak için değil.)
Bence yoga pratiğinde en akılda tutulması gereken kural ve kitapta anlatıldığı şekilde de yapabildiğinin en iyisini yap. Ama önemli olan an yapabildiğinin en iyisini. Hayat dediğimiz şey akıp giden bir şey ve insan ruhu da onunla birlikte akıp gidiyor. Her zaman aynı performansı gösteremeyebiliriz hiçbir şeyde. Bu yüzden daha iyisi değil, daha derini. Yogada yaygın bir söylemdir: bir pozu araştırmak. O asanada kendini nasıl hissediyorsun, rahatsızsan neden rahatsızsın gibi. Yoganın bir ayağı olan bilinçli nefes alma eğitimini aldığım, bana rehber olan bir kadın Burcu Özer Katmer‘in bir sözü vardır ki çok hoşuma gider: ”Sana hayat olmuş.” Sen hayatla birlikte var oluyorsun ama o sırada hayat da sana oluyor.
Günlük hayatın içinde bazen kaybolduğumuz bir koşturması var ve pratiğe ayırdığımız süre de bu koşturmadan çok etkileniyor tabi ki. Yani her akşam köprülerden planklere gidecek enerjimiz olmayabilir. Hali hazırda çok yoğun bir gün geçirmişsem, kendime kulak kesilecek yerim kalmamışsa beni dinlendirecek bir akış takip edebilirim. Bazen sabahımı yoga pratiğime ayırıyorum ve enerjik oluyorum, daha merkez kuvveti gerektiren pozları araştırıyor olabiliyorum. İşte yapabildiğinin en iyisi, sen o an kimsen onun için en iyisi. Her saniye fiziken de yenilenmeye devam ediyoruz, hiçbir zaman aynı nehirde iki kez yıkamanın mümkün olmaması gibi biz de hiçbir zaman aynı insan olmuyoruz. Yalnızca o an gücün yettiğince hakkını vererek, hepsi bu… Yoga pratiğinin bu çeşitliliği ve bu benim ihtiyacıma göre şekillenmesi benim yogayı düzenli yapabilmem de herhalde en büyük etkendir.
Ben o sırada en sevdiğim yoga pozunun ne olduğunu yoklarım çünkü o içinde bulunduğum ruh halinin bedenime yansıdığını net bir şekilde görebiliyorum. Mesela yogaya ilk başladığımda en sevdiğim poz balasana, çocuk pozuydu. Çocuk pozunda kendimi çok korumaya almış hissediyordum. Kabuklu bir böcek gibi katlanmışım; yumuşak karnım, yüzüm saklı. Çok savunmada olduğum bir an. O sıralarda yeni bir deneyimden geçiyorum, bedenime henüz güvenemiyorum ve çekingenim dolayısıyla. En başından beri en eğreti hissettiğim poz ise Shavasana’dır, diğer adıyla ceset pozu. Ceset pozu, çocuk pozunun tam tersi olarak çok savunmasız olduğum bir yer. Yüzüm yukarı dönük, dışarıya çok açık. Benim hatta utanç duyduğum bir andır ki hala çok aşabilmiş değilim bu pozdaki bedensel teslimiyetin yarattığı güvensizliği.
Zamanla en sevdiğim pozlar savaşçının değişik varyasyonlarına kaymaya başladı. Çünkü bacaklarımın güçlendiğini hissediyorum. Hepimizin kendi savaşları var. Benimki dünyayı daha güzel bir yer haline getirmek. Bunun için devrimler yapmanıza gerek yok. Bir gün bir çocuğu gülümsetmeyi başarırsanız ve dünya siz yokken olacağından daha iyi bir hal gelmiş demektir. Ben bunu vegan olup hayvanları bir eşya gibi tüketmeyerek, daha dikkatli su harcayarak, sokak hayvanlarına bakarak onlara evimi açarak yapıyorum. Sizin de davanız her ne olursa olsun, ilk adımı atmak için gerekli olan gücü ancak kendinizden kendi ayaklarınızdan alabilirsiniz. Savaşçı pozlarında yere sabitlenirken dengemi test etmek, bana içimdeki o ben ona dikkat kesildikçe kuvvetlenen ilhamı hatırlattığı için şu noktada bu pozu araştırmak bana hayli keyif veriyor.
Pratiğinizde hangi seviyede olduğunuz hiç önemli değil, kendinize dönmeye niyet ettiğiniz her an hedefe doğru yürüyorsunuz demektir. Dedim ya “Yoga benim içimdeki boşluğu doldurmadı, o arayışı kıymetli hale getirdi.” diye. Yalnızca kendime yaslanarak, kendimi canlılığımın kaynağı haline getirdiğim bir alan yaratınca kendime yoga ile peşinden meditasyon geldi.
Meditasyonun amacı, çoğunluğun sandığının aksine rahatlamak değil tabi. Bu yalnızca bir yan etkisi. Meditasyon da düşüncelerini gözlemlemek, onlara kabul vermek demek bir anlamda. Burada çok somut bir örnek vermek gerekirse benim en büyük problemlerinden birisi huzursuz bacak sendromudur. Yani bacağını sürekli hızlıca sallamak. Açıkça belli ki ben zihninde sürekli çok fazla düşünce dolanan bir insanım. İngilizcedeki en sevdiğim kelimelerden biri de overthinker‘dır. Hatta bunu da dövme yaptırabilirmişim aslında… Doğam gereği bedenim zihnimle uyumlanmaya çabaladıkça sürekli hareket etme güdüsü hissediyordum ben de her an. Zihnim bir türlü yavaşlamadığı için bedenim durduğu her an beni resmen uyarırdı. Eğer beni konuşurken görürseniz sürekli ellerimi kollarımı oynatmamdan, hızlıca konuşmamdan, belirgin mimiklerimden ne demek istediğimi hemen anlardınız 🙂 Ben yoga ve meditasyon ile birlikte bedenimdeki ve zihnimdeki enerjiyi yönetmeyi öğrendikçe o telaşlı alarmın da sesi kısılıyor. O telaş korkudan besleniyor çünkü ve bendeki telaş yerini gittikçe güvene bırakıyor. Ben her şeyi yapabilirim güvenine değil, yapamazsam da sorun değil güvenine.
Yogaya ilk başladığım sıralarda ayrıca dans kursuna gidiyordum ve aslında çok hareket etmeme, çok yorulmama rağmen huzursuz bacak sendromum tavan yapmıştı. Dansı çok seviyordum, kurs bana çok keyif veriyordu. Kursa daha iyi dans etmek için gidiyordum aslında ama kafamdaki ideale de fiziksel olarak ulaşamıyordum henüz. Kendi yaptığım bu baskı da vücudumu daha da telaşa sokuyordu. Tabi ki o anı deneyimlerken bu çıkarımı yapamamıştım, şimdi kendimi daha iyi tanırken dönüp bakınca anlayabiliyorum bunu ancak. Dansın da çok kişi böyle meditatif, çok yoğun bir deneyim olabildiğini biliyorum. İç kabul ve bununla gelen disiplini sadece yogayla kazanabilirsiniz demiyorum, yalnızca benim için araç da hedefin kendisi de yoga oldu. Olan ile olması için çabaladığım arasındaki mesafeye saygı duymayı bana yoga öğretti.
Ben bedenim, ruhum ve zihnim arasındaki bağın farkına yoga ile vardım. Farkındalik da zaten yaşamın kendisi demek. Biraz üzücü bir örnek ama bitkisel yaşamda olmak gibi bir şeyi kastediyorum. Beden nefes almaya devam etse de bitkisel yaşamdaki bir insan aslında yaşıyor mu tartışılır. Ben bitkisel yaşamdan yoga ile çıktım çünkü ”farkında” olmaya niyet ettim. Yoga derslerinde hocalar sorar, bu pozda ne hissediyorsun. Bedenine dön, onu fark et, onunla bağ kur. Neden diye sor. Cevabı bulamasan da. Ben, soruların kendimden geldiğini cevapların da yine ancak kendimden gelebileceğini öğrendiğim bir yerdeyim. Yoga pratiğimde istediğim yere varamadım; hiçbir zaman da varamayacağım. Başarabildiklerimle birlikte başarmak istediklerim de büyüyecek. Göğsümün ortasında hep taşıdığım, yokluk nasıl bir ağırlık yapabilir ki diye sormama sebep o boşluk da öyle. Ama yaşama karşı çok meraklıyım. Doğayla, Tanrı’yla olan ilişkimi daha da sorgulamak için çok hevesliyim. Tanrı benim için kolektif bilinçtir, ben enerjiye ve yaşama inanırım. O enerjiye ve kolektif bilince hizmet etmek, onu daha sağlıklı bir hale getirmek için yaşıyorum. Ben de onun bir parçası olarak kendim üzerine çalıştıkça amacıma doğru yürüyorum aslında.
Bir gün hayatın bana çok sert çarptığı, benim karmakarışık hissettiğim bir yoga dersinin ardından ağlayarak bir okyanus gibiyim yazmıştım. Yoga, benim bedenimi ruhumun devinimleriyle uyumlu hale getirdi. ”Akış” kelimesini çok anlamlı buluyorum bu bağlamda. Bazen çok hareketliyim asanalar arasında yüzüyorum, ruhumu da peşimden sürükleyerek. Bazense bulanık ve durgunum, matın üzerine öylece uzanıyorum dakikalarca. Herkes dalgalarla mücadele edemiyor diye durulmak yok. Hepsi benden haller, hepsi kabulüm. Karşı kıyıların varlığı, oradaki bambaşka deneyimler, tanışılacak başka ruhlar ise nihai hedef. Kulaçlarımın gücü hangilerine yeterse…
Kapak Fotoğrafı: livebakerblock.com
İlginizi çekebilir: İlayda Tomris Bektaş’tan Yoga with Adriene
Huzursuz bacak sendromu için özellikle tavsiye ettiğiniz bir yoga yöntemi var mı? 6 aydır yin yoga yapıyorum ama daha da kötüleştirdi rahatsızlığı