Karanlıktan Kurtulmak için Geri Say: 4 3 2 1 ZERO
Evet, daha iyi bir dünya hayal ediyorum.
Daha kötüsünü mü hayal etmeliydim?
Evet, daha geniş bir dünya arzuluyorum.
Daha darını mı arzulamalıydım?
– ZERO akımının kurucularından Otto Piene, 1961
Zero sessizliktir. Zero başlangıçtır. Zero yuvarlaktır. Zero ekseni etrafında döner. Zero Ay’dır. Güneş Zero’dur. Zero beyazdır. Çöl Zero. Zero üzeri gökyüzü. Gece-. Zero akar. Göz Zero. Göbek. Ağız. Öpücük. Süt yuvarlaktır. Çiçek kuş Zero. Sessizce. Süzülürcesine. Zero yerim, Zero içerim, Zero uyurum, Zero uyanırım, Zero, Zero severim. Zero güzeldir. dinamo dinamo dinamo. Baharda ağaçlar, kar, ateş, su, deniz. Kırmızı turuncu sarı yeşil çivit mavisi mor Zero. Zero gökkuşağı. 4 3 2 1 Zero. Altın ve gümüş, Ses ve duman. Gezgin sirk Zero. Zero sessizliktir. Zero başlangıçtır. Zero yuvarlaktır. Zero Zero’dur.
1. Dünya Savaşı… Umutsuzluk, karanlık. Ve sonrası, birden toparlanmanın kolay olmadığı bir yıkım ertesi. Bu ortamda kendine yer bulamayan sanat ve eserlerini sergileyecek kimseyi bulamayan sanatçılar. İşte orası, sıfır noktası. 4 3 2 1 ZERO. Heinz Mack, Otto Piene ve Günther Uecker, Düsseldorf’ta 1957 yılında her şeyi sıfırlıyor ve yeniden başlıyorlar. Sadece sanattaki durgunluğa değil tablolara hapsolmuş resimlere de başkaldırıyorlar. Karamsarlığın ve fırçalarla meydana gelen sanatın yerini aydınlık, ışık ve şeffaflık alıyor.
Savaş, Almanya’da hayatı durdururken dünya durmuyor ve yepyeni teknolojiler ortaya çıkıyor. Uzaya, Ay’a ulaşmak insanlık için artık bir hayal olmaktan çıkıyor. ZERO’nun yaratıcıları da bu gelişimlere ayak uyduruyorlar ve hayaller, konseptler dışına çıkıyorlar. Dünyaya umut vermek, aydınlık bir gelecek sunmak felsefesi ile odak noktalarına ışığı alarak geleneksel sanat kurallarını arkalarında bırakıyorlar. “Neden karanlık resmetmeliyiz ki? Gözlerimizi kapattığımızda zaten kapkaranlık bir dünyamız oluyor. Geceyi beklemek zorunda değiliz, gece göreceli bir kavramdır. Gecenin önünde koşarak her zaman aydınlıkta kalmak bizim elimizde”, diyor ZERO’nun kurucularından Otto Piene.
ZERO’nun Fırçasız Ressamları, saf renk, saf ışığı kullanarak sanatı ve bireyleri özgürleştiriyorlar. Teknolojik gelişmelerden etkilenerek yaşamı, hareketleri, devinimleri yansıtmak için yeni materyaller kullanıyorlar. ZERO felsefesine göre, ağır, alengirli çerçevelerin içine hapsolmuş bir sanatta, izleyici, resmin içine doğru itilmek zorundadır. Halbuki, gökyüzüne, güneşe, denize bir kez baksanız insanın dışındaki dünyanın içindeki dünyadan çok daha büyük olduğunu görebilirsiniz. Bu dünya o kadar büyüktür ki, insan, güneşin gücünü algılayabileceği bir aydınlık, kalp çarpmasına uyumlu dalgalar haline getirebilmek için, bu büyük gücü dönüştürecek bir araca ihtiyaç duyar. Zihin ve vücudun birbirine kitlendiği, ZERO’nun size araç olduğu bu yeni dünyada, resimler, birer hapishane değil, güçleri insanı etkileyen, dalgaları çekilmek yerine akan bir aynaya dönüşürler.
Geriye Sayarsın ve Biter
İzleyicileri de sanatın bir parçası yapan, gerçek dünyaya dokunan ZERO felsefesi, 1957-1967’de tüm dünyada yankı buldu ve Avrupa’dan Japonya’ya kadar dünyanın her yerinden genç sanatçılar akıma katıldı. Hatta, Cem Erciyes’in keşfettiği üzere, o dönemde İtalya’da bulunan Türk sanatçı Gencay Kasapçı da ZERO akımının bir parçası olmuş. Fakat Kasapçı Türkiye’ye döndükten sonra buradaki otoriteler tarafından bir sanatçı olarak görülmemiş ve eserleri Türk müzelerinde sergilenmemiş.
ZERO’nun kurucuları bu akımın popülaritesinden etkilenmemişler ve ZERO’nun gerekli uyanışı yarattığına karar vererek 1967’de ZERO’nun sonunu ilan etmişler. 10 yıllık ömrüne rağmen 20. yüzyıl çağdaş sanat tarihinde önemli bir yere sahip olan akım, daha sonra ZERO Vakfı’nın kurulmasıyla canlı kalmış.
2014’te New York Guggenheim’da, 2015 yılında Berlin Martin-Gropius-Bau galerilerinde, geçtiğimiz aylarda ise Amsterdam Stedelijk Müzesi’nin ardından, ZERO, herkesin bulamayacağı bir fırsatla Sakıp Sabancı Müzesi’nde.
ZERO sergisinin basın toplantısında konuşan müze SSM Müdürü Dr. Nazan Ölçer, bir üniversite müzesi olma misyonumuzla birlikte gerçekleştirdiğimiz tüm sergilerde bir “aydınlatma” görevi üstlendiklerini belirtmiş. ZERO’nun İstanbul’a gelmesiyle yakaladığımız bu aydınlığı bulma fırsatı, umarım yeni Gencay Kasapçıların artık fark edilmesini sağlayacak bir sanat ortamına da katkıda bulunur.
Emirgan’da Aydınlık
Sakıp Sabancı Müzesi’nin bahçesinde (umarım güneşli bir günde parlarken) görebileceğiniz Dokuz Sütun Üzerindeki Gökyüzü, ilk olarak Venedik’in San Giorgio Maggiore adasında sergilenmiş. Venedik’in doğu ile batı arasındaki kültürel ilişkilerden etkilenen yerli zanaatkarlığını temsil eden 800.000 mozaikten oluşan 7 metrelik kolonların sanatçısı Heinz Mack’ın, eserini sergilemek için ön şartı sergi mekanının Doğu ile Batı’nın suyla buluştuğu bir yerde olmasıymış. Bu anlamda kolonlar adeta Boğaz’a bakan Sabancı Müzesi’nin güzelim bahçesinde ait oldukları yeri bulmuşlar.
ZERO Vakfı Kurucu Yöneticisi Mattijs Visser küratörlüğünde gerçekleştirilen sergi, hareketin omurgasını oluşturan Zaman, Uzam, Strüktür, Işık, Ateş, Renk, Gölge ve Titreşim gibi ana temalar etrafında şekilleniyor.
Anlatılanı dinlemekle, okumakla akımın anlaşılmayacağına inandığım için eserlerini detaylı anlatmayacağım sergi, izleyicilere geleneksel sanattan farklı bir deneyim sunuyor. Bir örnek vermek gerekirse; Titreşim teması çerçevesinde sanatçılar, izleyiciyi etkileşimli bir oyuna çağırmak istemişler. Bu algı oyununda önünden geçtiğiniz veya harekete geçirdiğiniz eserler, birden değişiyor.“Titreşim, huzursuzluğun huzurudur… Çalışmanın yaşamı ve soluğu olan hareketin ahengi, ruhumuzu titreştirir,” diyen Heinz Mack ve çalışma arkadaşları izleyicinin ruhlarını titreştirmenin bir yolunu gerçekten de bulmuşlar.
İlk yorumu siz yazın!