Zeynep Köprülü ile: Su Yüzü Filmi Üzerine
Kendisiyle yaklaşık dört yıl önce “Orada” isimli kısa filmiyle tanıştığım Zeynep Köprülü, 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin ulusal yarışmasında yer alan “Su Yüzü” filmiyle uzun metraj yolcuğuna başladı. Yönetmenlerin ilk uzun metrajlarına imza attıktan sonraki o heyecanına ortak olup yaptıklarının daha çok kişiye ulaşmasına önem veren biri olarak kendisine yaptığım röportaj teklifimi de nazikçe kabul etmesi beni ayrıca mutlu etti. Yetersizlik hissiyle baş ettiği bir dönemde annesinin düğününe katılmak için doğduğu kasabayı ziyaret etmek zorunda kalan Deniz’i merkezine alan film, kendisinin geride bıraktığını düşündüğü öfkesi, korkuları ve suçluluk duygusunun bu ziyaretle birlikte su yüzüne çıkmasını anlatıyor. Ben de bu doğrultuda oyuncu kadrosunda Cemre Ebüzziya, Nazan Kesal, Yasemin Szawlowski, Aytek Şayan ve Şamil Kafkas’ın yer aldığı filme dair Zeynep Köprülü ile söyleşerek hikayenin nasıl oluştuğunu, çekimleri, gelecek hedefleri ve merak ettiğim başka pek çok konuyu konuşma fırsatı buldum. Keyifli ve ilham veren okumalar dilerim.
Kariyerinizin daha önceki dönemlerinde farklı kısa metraj projeler çeken bir yönetmen olarak “Su Yüzü” ile ilk uzun metrajınıza imza attınız. Dilerseniz öncelikle kısadan uzuna olan bu geçiş sürecini konuşarak başlayalım röportajımıza.
Geçiş sürecim aslında organik bir şekilde gerçekleşti. İlk olarak 2018 yılında Dans Eden Kızlar isimli kısa filmimi çektim ve ardından 2019’da Orada adlı kısamı tamamladım. Orada filminin prodüksiyon sürecinde, bir sonraki projem üzerine düşünmeye başladım ve içimdeki uzun metraja doğru ilerleme isteğini fark ettim. Özellikle “Gitmek – Kalmak” temalarının hayatımdaki etkisi büyüktü. İlk kısa filmimdeki karakterin gitmeyi, ikinci kısa filmimdekinin ise kalmayı tercih etmesi benim için anlamlı bir döngü oluşturdu. Bu döngüyü, “evine geri dönen” bir karakterle sonlandırmak istedim. Bu düşünce, ilk uzun metrajlı film projesini zihnimde şekillendirmemi sağladı. Dolayısıyla, Su Yüzü adlı uzun metraj filmim aslında kısa filmlerimin doğal bir uzantısı ve tamamlayıcısı olarak ortaya çıktı.
Yönetmenler için henüz ilk uzun metrajlarında anlatacağı konunun seçim sürecini yapmak kimi zaman kolay olmayabiliyor. Bu noktada yönetmenin kendi kişisel yaşamından esinlenerek ve tanık olduklarından hareketle senaryoya döküp oradan kurmacaya yol alan hikayeleri de sıkça izleriz. Su Yüzü’nün hikayesinde gerçek yaşanmışlıklar mı yoksa kurgu daha mı ağır basıyor? Filmin hikayesi ilk ne zaman zihninizde filizlendi ve nasıl bir süreçten geçerek bugünlere ulaştı?
Filmin hikayesi, dediğim gibi, ilk olarak kısa filmlerimin tamamlayıcısı olarak zihnimde filizlendi ancak süreç ilerledikçe film dönüştü ve bugünkü halini aldı. Su Yüzü filmi, beni oldukça etkileyen ve hayatımda yer eden büyüyememe hissinden esinlenerek ortaya çıktı. Filmde, geçmişi kabullenip ileriye bakmakta zorlanan, bir türlü büyüyemeyen bir karakteri tasvir etmek istedim. Bu duygu benim de içsel bir çatışmamı yansıtıyordu. Bu kişisel deneyimler Su Yüzü filmindeki karakterlerin hikayelerine yansıdı diyebilirim. Senaryoyu geliştirirken, karakterlerin ve çevresinin ihtiyaçlarına göre hareket etmeye başladım ve kurgu daha belirgin bir hal aldı. Senaryo sürecinde ortak yazar Selin Sevinç ile çalıştık, senaryo danışmanlığı aldık ve çeşitli atölyelere katıldık. Aldığımız geri bildirimler, oyuncular ve ekip arkadaşlarımızla yaptığımız görüşmeler senaryoyu şekillendirdi ve zenginleştirdi. Bu süreçte paylaşılan fikirler ve deneyimler, filmimizin gelişimini büyük ölçüde etkiledi.
Bundan yaklaşık dört yıl önce kısa filminiz “Orada” üzerine bir röportaj da yapmıştık. O zaman üzerinde çalıştığınız ilk uzun metrajın isminin “Denizde” olduğunu söylemiştiniz. Daha sonra sanıyorum bu isim “Suyun Yüzü” olarak değişti. Son olarak da Su Yüzü’nde karar kıldınız. Süreç içindeki bu değişimde neler etkili oldu?
Su Yüzü projesi, dönüşüme çok açık bir film olarak şekillendi ve süreçte birçok değişiklik gerçekleşti, bunlardan biri de film ismiydi. Film ilerledikçe Denizde isminin yeterince anlamlı olmadığını fark ettik ve Suyun Yüzü bizlere daha uygun geldi. Karakterin su yüzeyine çıkma arzusu, duygularını açığa çıkarma çabası ile bu ismin filmi daha iyi yansıttığına inandık. Suyun Yüzü ismiyle filmimiz daha görünür hale geldi ve pek çok geliştirme ve post prodüksiyonun atölyesine katıldı. Son isim değişikliğini yaparken daha stratejik bir yaklaşıma ihtiyaç duyduk. Benzer isimlere sahip filmlerin çıkmasıyla ismimizin karmaşa oluşturabileceğini hissettik ve bu kararı aldık. Su Yüzü isminin filmimizin özünü daha net bir biçimde yansıttığını düşündük ve filmin bu şekilde çıkış yapmasını tercih ettik.
Bir yönetmen için filminin en nitelikli üretim koşullarında çekilip post prodüksiyon sürecinin de ardından seyirciyle buluşması kuşkusuz çok kıymetli. Doğal olarak ilk uzun metrajını çeken her yönetmenin elde ettiği fonlar, bu yolculuğun en kısa sürede ve nitelikli olarak tamamlanması için büyük önem taşıyor. Sizin fon bulma süreciniz nasıl ilerledi?
Bizim fon bulma sürecimiz biraz zorlu geçti. Filmin başlangıç aşamalarında finansal anlamda ilerleme kaydedememek bizi biraz zorladı ve alternatif stratejiler geliştirme ihtiyacı doğurdu. Bu bağlamda uzun bir senaryo geliştirme aşamasından geçtik. Daha sonra projeyi fonlara yeniden sunduk ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan ilk uzun metraj film desteği aldık. O dönemde fiyatların ani artışından dolayı elde ettiğimiz fonun erimesi riski belirmişti. Buna karşı çekimi ve post prodüksiyon sürecini ilk uzun metraj desteğini ve kendi kaynaklarımızı kullanarak tamamlamaya karar verdik.
Filmin senaryosunu Selin Sevinç ile birlikte yazdınız. Bu birlikte üretme süreci sizin için nasıl bir deneyimdi? Birbirinizi hangi noktalarda beslediniz? Birlikte yazmak hangi açıdan avantajlar sağladı?
Uzun metraj filmlerin kısa filmlerden farklı bir yapısı olduğundan bu sürecinin farklı bir yazma pratiği gerektirdiğini hissediyordum. Bu noktada Selin Sevinç ile tanıştım ve onunla bu filmi yazmak istedim. Selin ile çalışmak, beni büyük ölçüde geliştirdi ve yeni ufuklar açtı. Birlikte daha istikrarlı bir çalışma ortaya koyduk, birbirimizi motive ettik ve karşılaştığımız zorlukları birlikte aşarak ilerledik. Selin’in senaryo gerekliliklerine hâkim olması, arzuladığım karakterleri ve duyguları daha derinlemesine ortaya çıkmasında büyük rol oynadı. Sinemanın kolektif bir iş olduğuna inanıyor ve her aşamada iş birliğine ve farklı görüşlere açık olduğumu düşünüyorum. Bu nedenle, Selin ile çalışmak oldukça verimli ve besleyici bir deneyimdi.
Annesinin düğünü için Fransa’dan memleketine dönen Deniz üzerinden anne-kız ve aile ilişkileri etrafında şekillenen bir sancılı büyüme/olgunlaşma hikayesine tanık oluyoruz. Bu hikâye su üstünde yer alırken ailenin geçmişteki dramına da suyun altında görüyoruz. Suyun üstü ve altını birbirinden ayıran o ince çizginin Deniz ve annesi Tülin arasındaki hassas aile dinamikleri arasında bir denge kurduğunu söylememiz mümkün mü?
Su üstü ve su altı ile ilgili başlangıçta, gözümde canlanan bir imge vardı. Suyun derinliklerinde yüzmeye çalışan ve sonunda bunu başaran bir kadındı bu. Yazım sürecinde bu konu derinleştikçe, Deniz’in suyun altında yaşadığı bir travmanın, suyun yüzünde durma konusunda zorluk çekmesine neden olduğuna karar verdik. Bu durum, “derinliklerden yüzeye çıkmaya çalışmak” metaforunu destekledi. Tülin ve Deniz arasındaki ilişki de bu sembollerle örtüştü. Deniz, annesi, ailesi ve travmaları gibi geçmişte suyun altında kalan engellerden kendini sıyırarak suyun yüzünde özgürce hareket etmek istiyor aslında. Geçmişte annesiyle yüzleşmekten kaçındığı için Deniz, suyun altında sıkışıp kalıyor ve bu korkulardan özgürleşemiyor. Annesiyle yüzleşmeye karar verdiğinde ise Deniz, aslında özgürleşmeye başlıyor, kendini su yüzeyinde bulmaya ve var olmaya başlıyor.
Aile kurumu kültürümüzde son derece hassas ve kırılgan bir yapıya sahip. Öyle ki geçmişte yaşanan travmatik bir olay, yıllar sonra dahi daha derin bir sarsıcı etkiyle aile fertlerinin ilişkilerine yön veriyor. Deniz ve Tülin arasında zaman zaman açıkça gözlemlenen o uyumsuz dinamikler de bir şekilde hikaye içinde dengede durmayı. İkili arasındaki bu ilişkiyi dengede tutmak sizin için nasıl bir deneyim oldu?
İkili arasındaki dengeyi ve ilişkiyi, zaman zaman yıpratıcı olabilen etkilerine odaklanarak kurmaya çalıştık. Benim için anne-kız ilişkisi, büyümenin önemli bir parçasını temsil ediyor. Bu ilişki, travmalar ve kırılmalarla sarsılabiliyor ve ben bu yaralı ilişkinin iyileşme sürecini yansıtmak istedim. İkili arasındaki dengeyi korumak adına, her zaman bu iyileşme sürecine odaklanmaya çalıştım.
Çevresindekiler tarafından Fransa’da bohem bir hayat süren, çektiği fotoğrafları galerilerde sergilenen sanatçı olarak algılanan Deniz, yaşamını sürdürebilmek için çok farklı bir mücadele içinde. Memleketine döndüğünde ise gün yüzüne öfke, korku ve suçluluk duyguları çıkıyor. Bunlarla baş etmeye çalışan Deniz karakterinin yaratım süreci hikâyeyi nasıl şekillendirdi? Deniz’le benzer yanlarınız mevcut mu?
Deniz karakterinin yaratım sürecinde, büyüyememe, ait olamama ve başarısızlık duygularını yansıtmak istedim. Deniz, görülmek ve anlaşılmak istiyor ancak kendini ifade etmekte güçlük çekiyor, bu duyguları ben de taşıyorum. Karakterin duyguları ve karşılaştığı zorluklar ile olan ilişkisini yarı olgun, fakat zaman zaman da bir çocuk hatta bir ergen gibi düşündük. Amacımız içsel derinliklere sahip, bazen mesafeli bazen de seyirciyi içine çeken bir karakter oluşturmaktı. Filmin karakterin gelişimi üzerine odaklanan bir yapısı olduğundan, Deniz’in güçlendirilmesiyle hikâye de güçlendi. Eksiklikleri fark ettiğimizde, hikâyeyi Deniz karakterine odaklanarak geliştirdik ve onun karakterini ve çevresiyle ilişkisini yeniden yazarak ilerledik. Bu süreçte, Deniz karakteri hikâyenin temelini oluşturdu ve hikâye, onun üzerinden derinleşmeye devam etti.
Deniz’in kendi içinde yaşadığı çelişkiler, memleketindeki evlerine döndüğü zamanki yabancılık hissi ve geçmişin acı travması hem kendisi hem de çevresinde yer alan kişilerle olan ilişkilerini şekillendiriyor. Karakterin bu çok katmanlı yapı içindeki konumlanışını inşa etme sürecinde nelere dikkat ettiniz?
Deniz karakterini oluştururken büyüyemeyen ve her durumda yabancılık çeken bir karakter yaratmaya odaklandık. Film ilerledikçe, karakterin bu durumla baş etme ve farkındalık kazanma sürecini vurgulamayı hedefledik. Deniz karakteri, içsel dönüşümü keşfetmeye ve bununla baş etmeye karar veren bir karakter olarak gelişti. Sorunların çözümü uzun bir süreç gerektirse de farkına varma, anlama ve kabul etme aşamasının önemini vurgulamak istedik. Filmde büyük olay örgülerinden ziyade, karakter odaklı bir yaklaşımı benimsedik. Deniz’in ihtiyaçları, istekleri ve çevresiyle kurduğu ilişkilerinin üzerine çalışarak gerçekçi ve anlaşılabilir bir karakter yaratmaya odaklandık. Deniz’in özellikle annesi ile olan ilişkisi, geçmiş travmasının farkına varmasında oldukça önemli bir rol oynuyor. Anne karakteri, Deniz’in kişiliğini tamamlayan bir unsuru temsil ederken Selen, Fırat ve Suat gibi diğer karakterler de Deniz’in çatışmalarını etkileyen roller üstlendi. Deniz’in etrafındaki mekânlar ve karakterler, filmin sade atmosferini belirlemede de önemli bir rol oynadı.
Deniz’in sorunlarıyla yüzleşmediği sürece annesi gibi hayatına devam edemeyeceğini fark etmesi, hikâyenin kırılma noktası oluştururken yetişkinliğe attığı adımın da başlangıcı oluyor bir yandan. Bu noktada filmin final sahnesi de bunun en net göstergesi. Bundan hareketle yaşamımızda tehdit olarak gördüğümüz ve yaklaşmaktan korktuğumuz şeylerin özgürleşmemizin anahtarı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Kesinlikle. Korkularımızı fark etmek ve onlarla yüzleşmek hayatımızda önemli bir adımı temsil eder. Genellikle kaçtıkça ve korktukça, bu korkuların bizi daha çok sardığını ve ilerleme şansımızın azaldığını düşünüyorum. Korkularla baş etmek konusunda zorlansam da farkına varmak özgürleşmenin temeli gibi geliyor bana. Deniz karakteri, filmde kendi korkularıyla yüzleşmeyi ve ilerlemeyi seçiyor ve bu da özgürleşmek için önemli bir adım olarak karşımıza çıkıyor. Deniz bu anlamda farkındalık kazanan bir karakter. Daha önce kaçtığı duyguların farkına varıyor ve özgürleşmeyi seçiyor.
Filmin başrollerine gelecek olursak Cemre Ebüzziya ve Nazan Kesal’ın uyumu dikkatlerden kaçmıyor. Her ikisiyle de ilk uzun metrajınızda çalışmak nasıl bir tecrübe oldu?
Cemre Ebüzziya ve Nazan Kesal ile ilk uzun metraj filmimde çalışmak benim için çok değerli bir deneyimdi. Oldukça ilham verici ve öğretici bir tecrübe oldu diyebilirim. Cemre, son derece çalışkan bir oyuncu o anlamda ondan çok şey öğrendim. Nazan Kesal ile çalışmak da çok öğreticiydi. Tülin karakteri üzerine yaptığımız konuşmalar sayesinde anne-kız ilişkisinin uyumu daha da belirginleşti. Bu anlamda desteğini her zaman hissettim diyebilirim.
İlk uzun metrajınızın ardından “Şunu daha iyi yapabilirdim” dediğiniz oldu mu veya neleri yapmamanız gerektiğini öğrendiniz?
Elbette “Şunu daha iyi yapabilirdim” dediğim çok şey oldu. Çekim süreci benim için kolay bir deneyim olmadı ve bunun en büyük sebebinin, bütçesel sınırlamalar nedeniyle zaman kısıtlılığı olduğunu düşünüyorum. Geçmişte altı haftada çekilen filmlerin çekim süreleri günümüzün ekonomik şartlarında gitgide kısaldı. Hatta bu süre çoğu ekip için iki haftaya kadar indi. Beni en çok zorlayan şeylerden biri kısa zamanda çok şey başarmak gerekliliğiydi. Daha fazla zaman ayırarak ekip ve oyuncularla çalışmayı, daha uzun prova süreçlerinden geçmeyi tercih ederdim. Bu noktada ekip seçiminin de ne kadar önemli olduğunu gördüm. Çalıştığınız ekiple zorlu koşullar altında uzun süre bir arada oluyorsunuz ve aslında filmi güçlendiren de ekibiniz oluyor. Bu bağlamda filmi anlayan, kavrayan bir ekip ile çalışmanın ne kadar önemli olduğunu kavradım.
Röportajımızın sonlarına doğru biraz daha kişisel bir soru sormak isterim. Sinema, yaşama ve umutsuzluğa bir alan açar mı?
Evet, kendi adıma umutsuz anlarımda filmlerle kaçış bulur, hikayeler ve karakterler aracılığıyla kendimi ifade eder ve bir nevi derman bulurum diyebilirim. Bu durum tüm sanat dallarının gücüne de işaret ediyor. Günümüzde gerek kendi çevremizdeki zorluklar gerekse sosyal ve siyasi sorunlar gibi birçok etkenle beraber umutsuzluk duygusu ağırlaşabiliyor. Bu noktada, sinema ile uğraşmak, filmlerden ilham almak her zaman benim için bir kurtuluş olmuştur. Filmler içinde bulunduğum durumu anlamama ve umudu taşımama yardımcı olmuştur. Eğer film yapmıyor ya da film yapma üzerine düşünmüyor olsaydım, karanlığı daha yoğun hissedeceğimi düşünüyorum. Sonuç olarak, umutsuzluktan filmler aracılığıyla çıkmak, beni sürekli olarak besleyen bir deneyim.
Röportajımızı gelecek projelerinizi konuşarak noktalayalım dilerseniz. Kariyerinizin bundan sonraki sürecine dair ufak tüyolar paylaşabilir misiniz?
Bundan sonraki süreçte film yapmaya devam etmeyi amaçlıyorum. Şu an Yağmur Ülkesi isimli ikinci uzun metraj filmim üzerinde çalışmaya başladım. Senaryosunu Haziran Düzkan ile yazdığımız proje ile m2 Film Lab geliştirme atölyesine katıldık. Şu anda proje geliştirme aşamasında, yolun başındayız ancak daha fazla farkındalıkla adımlarımızı atmaya çalışıyoruz. Umarım ikinci uzun metraj filmimi de zamanı geldiğinde gerçekleştireceğim.
Kapak Fotoğrafı: Deniz Zeka
İlginizi çekebilir: Halil Şimşek’ten Onur Doğan ile: Bomba Filmi Üzerine
İlk yorumu siz yazın!