Haberler

Spor etkinliklerini izlemek için seyahat etmek, milyarlarca sterlinlik bir endüstriye dönüşüyor. Bu talebe yanıt veren destinasyonlar ise spor turizmini ekonomik büyümeyi destekleyen ve ziyaretçilere hem heyecan hem de kültürel bir deneyim sunan bir fırsat olarak değerlendiriyor.

2030 yılına kadar yılda yüzde 17,5 oranında büyümesi beklenen spor turizmi sektörü, Olimpiyat Oyunları, Super Bowl, Tour de France, F1, FIFA Dünya Kupası ve NBA benzeri büyük küresel etkinliklerin artan popülaritesinden besleniyor. Önemli spor etkinliklerine ev sahipliği yapmanın gelir artışı, küresel görünürlük ve uzun vadeli turist akışı üzerindeki kanıtlanmış etkisi, giderek daha fazla destinasyonun bu alana yönelmesine neden oluyor. Elbette trendin arkasında; daha büyük ve iyi tanıtılan etkinlikler, spora destek veren ve katılım gösteren daha aktif ve sağlıklı yaşam bilincine sahip toplumlar gibi pek çok ekonomik ve toplumsal etken de yer alıyor. Bu yıl spor turizminin belirgin örnekleri olacağı düşünülen etkinlikler arasındaysa; Lions Tour (Avustralya), Ryder Cup (New York) bulunuyor.

Wellness ve seyahatin giderek iç içe geçtiği son dönemde . Seyahat tutkunları artık günde 20.000 adım atmayı ve görülmesi gerekenler listelerini bir kenara bırakıp, sessiz seyahat veya ‘quietcation’ olarak adlandırılan bir anlayışı benimsiyor.

Modern dünyanın gürültüsünden ve koşuşturmasından uzaklaşmanıza olanak tanıyan, daha bilinçli ve yavaş bir seyahat anlayışı olan ‘quietcation’, tam anlamıyla dinlenmenizi ve yenilenmenizi sağlayarak tatilden sonra bir tatile daha ihtiyaç duymanızı engellemeyi hedefliyor. ‘Quietcation’lar kişinin ne kadar sessizlik aradığına bağlı olarak farklı şekillerde olabiliyor. Gürültüsüz bir kahvaltıya veya sessiz yürüyüş meditasyonuna katılabileceğiniz bir wellness tatil köyünden, sadece doğanın sesleri eşliğinde yapacağınız bir açık hava yürüyüşüne kadar pek çok seçenek mevcut. Bunun yanı sıra, tamamen sessizlik içinde geçen beş ila on günlük inziva kampları da tercih edilebiliyor. Psikoterapist Stacian Watts Bustle’a verdiği demeçte trendi şöyle yorumluyor: “Sessizlik birçok insan için rahatsız edicidir. İçinde yaşadığımız dijital çağ bu rahatsızlığı artırıyor çünkü sürekli gürültüye maruz kalıyoruz, bir cihaza bağlıyız ve her an ulaşılabilir durumdayız. Muhtemelen bu yüzden insanlar seyahat ederken tam tersini arzuluyor. hızlı ve aşırı uyarıcılarla dolu hayatlarından kopmayı tercih ediyor.”

Gemi seyahati dendiğinde aklınızda ne canlanıyor? Uzun zamandır aklımıza ileri yaşlarda, emekli insanların tercih ettiği bir seyahat biçimi olarak yerleşen ‘cruise’lar Gen-Z’nin ilgisiyle farklı formatlarda #cruiseTok trendi altında karşımıza çıkıyor.

2,7 milyar görüntülenme alan #CruiseTok etiketinin doğuşu geçtiğimiz yılın Aralık ayında dünyanın en geniş gemilerinden biri olan Royal Caribbean’in 60’tan fazla ülkeye seyahat edeceği 274 gece süren bir yolculuğu duyurmasının ardından gerçekleşti. Güncel tematik gemi seyahati seçenekleri arasındaysa; Londra’nın Heywood Hill kütüphanesi tarafından oluşturulan kitap seçkisinin yer aldığı kamaraları olan Viking Aton, tematik kutlamaların, partilerin, oyun odalarının ve basketbol sahasının olduğu Resilient Lady,Asya mutfağı, İtalyan tatları ve Fransız yemeklerinden oluşan zengin seçkileriyle öne çıkan Seven Seas Grandeur yer alıyor.

‘Traveller’, ‘Wanderlust’, ‘Travel-lover’ gibi ifadeler 2010’ların başından beri Instagram bio’larını ve postları süslerken seyahat sandığımız kadar da incelikli ve öğretici bir deneyim olmayabilir mi?

The New Yorker’dan Agnes Callard, “The Case Aganist Travel” başlıklı yazısında, Sokrates ve Immanuel Kant’tan seyahati “aptalın cenneti” olarak nitelendiren Ralph Waldo Emerson’a, seyahate olan nefretini “Huzursuzluğun Kitabı” isimli eserinde vurgulayan Fernando Pessoa’dan “seyahatin zihni daralttığını” yazan G. K. Chesterton’a önemli isimlerin tezlerine de değinerek seyahat kavramını sorguluyor: “Pessoa, Emerson ve Chesterton, seyahatin bizi insanlıkla temasa geçirmek şöyle dursun, bizi ondan ayırdığına inanıyordu. Seyahat bizi en iyi durumda olduğumuza inandırırken aynı zamanda kendimizin en kötü versiyonuna dönüştürür. Buna “gezginin yanılgısı” diyebilirsiniz.“

Detaylı biçimde düşündüğümüzde Callard’ın fikirlerine katılmak için seyahatten nefret etmek gerekmiyor. Seyahat konusunda farkındalık sahibi bir yaklaşım kazanmak içinse güzel bir beyin jimnastiği vadediyor. Zira turistlerin kendine özgü rasyonelliği, onların hem bir yerde yapmaları gereken şeyi yapma arzusuyla hem de tam olarak yapmaları gereken şeyden kaçınma arzusuyla hareket etmelerine olanak tanıyor. Gidilen yer ile ilgili ön araştırmalar, öneriler, görseller yani “en iyi deneyimleri arama” hali seyahat edenin aslında otantik bir deneyim yaşamasının önünde duruyor. Yani bir anlamda turist olmak, “kişinin kendi duygularının önemli olmadığına zaten karar vermiş olması” haline geliyor.

Eğer seyahat TikTok’unda zaman geçiriyorsanız, şatolar, su üstündeki evler gibi birçok ilginç Airbnb seçeneğiyle karşılaşmış ve hatta kaydedilenlerinize eklemiş olmanız mümkün. Şimdiyse Airbnb, Pixar’s Up’tan evde konaklama ve Paris’teki Musee D’Orsay’da bir gecelik konaklama da dahil olmak üzere çeşitli deneyimler sunan bir kategori olan Icons programını duyuruyor.

Dezeen’in haberine göre; ilk 11 Icons deneyimleri arasında Pixar’ın Up filmindeki yüzen ev gibi popüler kültürden evlerin canlandırılması ve komedyen Kevin Hart’la dışarıda geçirilecek bir gece gibi ünlülerin ziyaretleri yer alıyor. Deneyimler konuklara bir seçim süreci yoluyla verilecek ve ilk gruba katılmak üzere yıl boyunca yaklaşık sekiz ek Icon deneyimi sunulacak şekilde planlanıyor. Lansman, platformun Barbie’nin Malibu Dreamhouse’u ve Shrek’in bataklık kulübesinin rekreasyonları ile gerçekleşiyor. Marka, mekanları yaratmak için çeşitli stratejiler kullanıyor. Örneğin; Up evi sıfırdan inşa edilirken bazı diğer evler yalnızca yenileniyor veya X-Men film serisindeki X-Mansion ve Prince’in Purple Rain evi gibi belirli bir temaya uygun olarak hazırlanıyor.

Berlin dendiğinde aklınıza ilk gelen şey nedir? Eğer yanıt erken 20’lerinizin zirvesi ve gece hayatıysa yalnız değilsiniz! Öyle ki şehir, “Berlin şehrinin orta ve geç 1980’lerden beri büyük bir kısmını şekillendirdiğini” gerekçesiyle UNESCO Kültürel Miras listesine eklenmiş durumda.

Neredeyse üç yıl boyunca kampanya yürütüldükten sonra, Berlin yıllık güncellenen UNESCO Kültür Mirası listesindeki altı eklemeden biri oldu; listeye giren diğer isimler arasında Saksonya’da dağcılık ve Bavarya’da kürk canavar kostümleri giyinmiş katılımcıların kış geçit töreni olan Kirchseeon Perchtenlauf yer alıyor. Berlin Kulüp Komisyonu tarafından “şehrin techno üreticileri, sanatçıları, kulüp işletmecileri ve etkinlik organizatörleri için başka bir kilometre taşı” olarak tanımlarken şehrin techno sahnesinin listeye girmesi için uzun zamandır çalışan Rave The Planet, sonucu “tüm kültür için önemli bir adım” olarak değerlendiriyor. UNESCO Kültürel Miras’ı kazanmak, kulüpler için de önemli çünkü hükümet teşviklerine ve diğer finansmana erişimini sağlamalarını sağlıyor. Bunlara ek olarak kulüplere artık kent planlama yasaları kapsamında ek koruma sağlanacak.